BİR ZAMANLAR SESSİZLİK

Abone Ol

Gözlerimizi açar açmaz elimiz telefona gidiyor.

Daha gün doğmadan, birilerinin hikâyesine, haberine ya da fikirlerine karışıyoruz.

Kendi sabahımızı yaşamadan, başkalarının gününe dahil oluyoruz. Ne kadar anlamsız...

Bir bildirim sesiyle seviniyor, kötü bir paylaşımı görünce üzülüyoruz.

Birinin “mutlu” görünmesi bize eksik hissettiriyor; "benim neden yok?, aa kocası ne güzel seviyor... vs diye. Halbuki belki o da ekrana bakarken ağlıyor.

Telefon ekranı öyle bir dünya ki, herkes var ama kimse gerçekten orada değil.

Bir ara şunu düşünmüştüm…

Eskiden insanlar kahvesini karıştırırken dalardı, uzun uzun düşünürlerdi. Şimdi ise parmağını ekran kaydırırken.

O küçük dokunuşlar bizi biraz daha uzaklaştırıyor hayattan.

Yüz yüze bakmadan konuşabiliyor, ama gerçekten dinlemeyi unutabiliyoruz.

Belki de yıllar geçince insan böyle düşünüyor. Fark ettim ki, hayat ekranın içinde değil, çayın buharında, kedinin miyavlamasında, rüzgârın serinliğinde.

Gerçek hayat, bildirim gelmediğinde de akmaya devam ediyor. Ve o sessizlik… aslında korkulacak değil, özlenecek bir şey.

Bir zamanlar sessizlik de sıkıcı gelirdi, şimdi lüks.

Bir zamanlar insan yüzü görmek sıradandı, şimdi özlem.

Bir zamanlar telefon çaldığında heyecanlanırdık, şimdi susturuyoruz. Galiba büyüdük.

Belki de yeniden öğrenmemiz gereken şey şu:

Gerçek huzur bir cihazda değil, bir anın, bir olayın içinde. O an, telefonun kapanıp kalbinin açıldığı yerde...

Şimdi kapat ekranı…

Bir süre sadece rüzgârı dinle, kendi sesini, kedinin mırlamasını, çayın fokurtusunu…

Çünkü bazı şeyler sadece sessizlikte duyulur.

Kendime not; Bazen kaçırdığım şey, yeni bir bildirim değil, kendi hayatımın içinden geçen bir andır.

Bugün biraz daha az bak, biraz daha çok yaşa.

Çünkü hayatındaki hiçbir şey veya olay bir daha yaşanmayacak...