ESKİDEN… BİZ ESKİDEN ESKİDEN… “ADAB – I MUHAŞERET” GÖRGÜ VE TERBİYE

Abone Ol

Aile içerisinde evden başlayarak eğitim kurumları aracılığıyla, sosyal çevreye dalga dalga yayılması gereken terbiye ve görgü kuralları, toplum içerisinde insanların küçüğünden büyüğüne birbirlerine olan saygı ve sevgilerini üst düzeye çıkarır.

“Çorba gibi, en iyi terbiye de evde yapılır” sözünü çok anlamlı bulurum. Terbiye ve görgü kuralları birbirlerini tamamlayan, değerli, sosyokültürel ve ahlaki normlardır.

Eskiden “adab – ı muaşeret” denilen, terbiyeli ve nazik davranış töresi ve bilgisi, günümüzde sözcüğü ile birlikte sanki unutulmaya başlandı.

İnsan hangi yaşta olursa olsun, nefsini, öz benliğini terbiye etmek için çıktığı engebeli yollarda, içinde bulunduğu ortamın ve yakın çevresinin etkisi altında kalması çok doğaldır.

Öyle ki, yazılı olan ya da yazılı olmayan geleneklerle nesillere aktarılan terbiye, nezaket ve görgü kuralları, o toplumun kültürel kodlarını oluştururlar Böylece toplumsal düzen; hoşgörü ve saygı bağlamında güzelleşerek sağlanmış olur. Etkili iletişimde, en önemli kural nazik olmaktır. Özellikle resmi ortamlarda, saygının ön plana çıktığı ve empati ile yapılan zarif davranışlar, ortamı sıcak ve içten bir havaya sokacaktır. Toplantının, görüşmenin sonrasında elde edilen başarı ve verim, beklentilerin ötesine geçecektir.

Görgü kuralları toplumun geleneklerinin ve kültürel değerlerinin en önemli köşe taşlarıdır. Çocukluk günlerinde öğretilmeye başlatılan bu kurallar, ergenlik ve genç yaşlarda önyargısız olarak kabul edilerek zenginleştirilirse, zevkle uygulanan günlük yaşamın doğal bir parçası olurlar. Öğretmen Okulunda Edebiyat öğretmenimizi uygar insan, karanlıkta esnerken ağzını eliyle kapatan kişidir deyişi, her esnemede kulaklarımda çınlar.

İlhan Selçuk, "Görülmüştür" kitabında "Görgüsüzlük başlığı altında şunları yazmış: "Görgüyü dar anlamı ile yorumlarınız adabı bir yana bırakıp muaşerete yönelen çok insan var. Ama görgüyü geniş anlamda ele alırsak, törelerle göreneklerle karmaşık bir yaşam biçiminde içeriğini bulabiliriz.

Köylünün yaşam biçiminde, hem katı hem ince bir görgünün binlerce yıllık örgüsü vardır. Biraz duyarlı olan kişi; neyin güzel, neyin çirkin, neyin iyi, neyin kötü olduğunu ayırt edebilir. Ama yoğun bir görgüsüzlüğün, yaşadığımız topluma egemen alması nedendir?

Görgülü olmakla gösteriş yapmak arasındaki kesin ayrımı yadsıyan kalabalık, toplumda egemenleşiyor. Gerçek görgünün alçak gönüllü erdemi siliniyor.

Eğitim düzeyini, kültürel farkları, kırsaldan şehirlere göçleri, sığınmacıları da düşünecek olursak, bu kurallara ne denli gereksinim duyduğumuz anlaşılır. Nazik ve zarif davranışlar bulaşıcıdır. Karşılık verme içgüdüsü ile taklit edilirler, yeter ki önyargısız öteki olmadan ve karşımızdakileri ötekileştirmeden bu değerleri paylaşmayı bilelim.

SEN NEHRİ Mİ SİZ NEHRİ Mİ?

Tanımadığımız kişilere bir "günaydın diyebilmek, bir gülümsemeyi ve selamı esirgememek, her iki taraf için büyük bir mutluluk ve zenginliktir.

Geçmişten günümüze, zarafet kokuları saçan yazar Murat Molu'nun paylaştığı anıyı, sanırım hepimiz keyifle soluyabiliriz!

Abdülhak Şinasi, Yakup Kadri, Süleyman Nazif bir akşamüstü Hisar Beyoğlu'ndaki Lebon pastanesinde sohbet ediyorlarmış. İçeriye Abdülhak Şinasi'nin Galatasaray Lisesi'nde okuyan kardeşi girmiş.

Şinasi kardeşine ‘Geliniz sizi Süleyman Nazif Beyefendi’ye takdim edeyim’ demiş. Bunun üzerine Süleyman Nazif, "Aziz Şinasi Bey sizin ağzınızdan hiç 'sen' hitabı çıktığı görülmüş müdür? Görüyorum, küçük kardeşinize bile siz' diye hitap ediyorsunuz.

Kuzum, siz Paris'te bulunduğunuz zaman Sen Nehrine de 'Siz Nehri mi derdiniz?"