HAYVANLARLA ORTAK ŞEHİR

Abone Ol

Yaşadığımız, nefes aldığımız, sadece bize ait olduğunu düşündüğümüz şehirler kimlere ait?

Beton yığınlarını diken müteahhitlere mi, seçimden seçime vitrin süsleyen siyasilere mi, yoksa sokaklarda yürüyen milyonlarca insanlara mı?

Aslında cevap çok net. Şehir yalnızca insanlara ait değildir. Aynı kaldırımda payımıza düşen yeri arayan kediler, çöplerden karnını doyurmaya çalışan köpekler, sabahları pencerelerimize konan serçeler de bu kentin gerçek sahipleridir.

Biz hızlı yaşadığımızı sanarken, onlar hayatta kalma mücadelesi veriyor. Kışın dondurucu soğuğunda bir köşe arıyorlar, yazın kavurucu sıcağında ise bir damla suyla serinlemeye çalışıyorlar. Çoğu zaman onların varlığını yalnızca canımız sıkkınken, araba camına atladıklarında veya market önünde beklediklerini gördüğümüzde hatırlıyoruz.

Oysa hayvanlarla ortak yaşamak bir lütuf değil zorunluluktur. Çünkü şehir dediğimiz şey, doğayı yok saymakla var olamaz. Doğanın sesi susarsa, betonun sesi de kesilir. Bugün kedileri, köpekleri, kuşları şehir dışına sürmeye çalışan zihniyet, yarın nefes alacak bir ağaç, gölge verecek bir park bulamayacaklardır.

Belediyeler, kısırlaştırma merkezleriyle, barınaklarıyla, mama destekleriyle önemli adımlar atıyor. Asıl mesele vatandaşın bakış açısında. Bir kap su bırakmak, artan yemeklerini çöpe değilde sokak canlarına vermek, bir kedi veya köpeğin başını okşamak… Bunlar küçük ama şehirleri yaşanabilir kılan dokunuşlar.

Unutmamalıyız ki hayvanlarla aynı şehri paylaşmak bize insanlığımızı hatırlatır. Çünkü bir kedinin gözlerindeki minnet, bir köpeğin salladığı kuyruk, aslında bize ait olmayan bu dünyayı paylaşmayı öğrenebildiğimizin kanıtıdır. Şehirlerimizi gerçekten modern ve yaşanabilir kılmak istiyorsak önce can dostlarımızın da ev sahibi olduğunu kabul etmeliyiz…