RAF ÖMRÜNÜ UZATIRKEN, BİZİM ÖMRÜMÜZÜ MÜ ÇALIYORLAR?

Abone Ol

Son zamanlarda haberlerde de sık sık duyduğumuz bir konuyu dile getirmek istiyorum.

Art arda yaşanan zehirlenme vakaları hepimize aynı soruyu sorduruyor... Tabağımıza koyduğumuz şeyi gerçekten tanıyor muyuz?

Marketteki raflarda renkli ambalajlar, “doğal”, “katkısız”, “ev yapımı tadında” etiketleri oldukça cezbedici... Ama iş içeriğe gelince liste sayfalarca uzuyor. Kimisini telaffuz dahi edemiyoruz, kimisi üç harfliler, kimisi ne işe yaradığını bilmediğimiz koruyucular ve bir sürü yabancı madde.

Ve tüm bu şeyleri hiç düşünmeden biz, çocuklarımız, ailemiz yiyoruz.

2026’nın en büyük sessiz tehlikesi; ne ekonomi ne siyaset… Bana kalırsa, yeni nesilin de buna düşkünlüğü, gündelik hayatta fark etmeden tükettiğimiz hazır gıdalar.

Çünkü artık sorun sadece “abur cubur zararlı” değil. Sorun, temel gıdaların bile güvenilirliğinin tartışılır hale gelmesi.

Son günlerde yaşanan zehirlenmeler bunun bir işareti. Kimse kabullenmek istemiyor ama gerçek apaçık ortada. Hazır gıdalara güven giderek azalıyor.

Kısaca bakmak gerekirse, neden böyle oldu?

Üretimde hız ve 'çok fazla' üretmek, kalitenin önüne geçti. Raf ömrünü uzatmak her şeyden önemli hale geldi. Fiyatları düşük tutmak için içerikler değiştirildi, bilmediğimiz gıdalar eklendi.

Ve biz, her gün acelemiz olduğu için “kolay” olanı tercih ediyoruz.

Bir kutu yoğurt, bir paket kek, ısıt-at çorbalar…

Tadı güzel olsun yeter sanıyoruz. Aslında olay çok başka...

Gıdanın tadından önce güvenilirliğini konuşmamız gereken bir dönemdeyiz.

Belki de çözüm çok lüks bir şey değil; yavaşlamak, sadeleşmek ve mümkün olduğunca paketli gıdayı azaltmak.

Her şeyi kendimiz yapmak zorunda değiliz tabiki ama en azından şu farkındalığı kazanmamız gerek; Ambalaj ne kadar parlaksa, içi o kadar masum olmayabilir.

2026 bize büyük bir ödev veriyor: Tabağına koyduğun şeyi bil.
Bilmediğini de sorgula.
Sorgulamadığını da tüketme.

Çünkü sağlığın bir kere bozuldu mu, hiçbir kolaylık telafi etmiyor.

Sağlıkla kalın...