Yerleşim birimleri veya yaşayış biçimleri itibariyle reaya, şehirli, köylü ve aşiretlerin kaynaklık ettiği konargöçerlerden oluşmakta idi. Buna göre toplum, üç sınıfa ayrılıyordu. Ancak şehirlileri, köylüleri ve göçebeleri, hatta askeri sınıfa mensup kimseleri, şehirlilerden ve köylülerden kesin sınırlarla ayırmak mümkün değildi. Pek çok kasaba halkı, yakın çevresiyle ilişkili köylerde ziraatla meşgul idi. Konargöçer denilen grupların küçük çaplı zirai faaliyetleri vardı. Konargöçerler, ürünlerini şehir çevresinde kurulan pazarlarda satıp, şehirliden alışveriş yapıyorlardı. Ayrıca göçerler, yaylaklar ve kışlaklar arasında düzenli bir hareketliliğe sahiplerdi. Zamanla yeni yerleşim birimlerinin kuruluşuna öncülük eden bu gruplar, çiftçiliğe veya şehir hayatına alışmakta zorlanmadılar. Cami, mescit, zaviye, han, hamam, medrese gibi tesislerin yanında çarşı pazar gibi ekonomik üretim ve değişim sistemlerim kurarak sosyal hayata uyum sağladılar (307).

Pek fazla farklılaşmamış bir sosyal yapıya sahip olan ve millet teşkilatı bir sosyal sınıflaşmaya istinat etmeyen Osmanlıda, toplumsal sınıflar da Batı toplumlarındaki gibi gelişmiş olmayıp, onlara nispetle oldukça silik kalmakta; orada temelinde biri “askerî” ve ötekisi de “reaya” olmak üzere iki sınıf bulunmaktadır. Yönetici sınıfı oluşturan birincisi, saray memurları, mülkî memurlar ve “ilmiye” tarafından teşkil olunmakta ve gerçekte bu yönetici sınıf “kul-yönetici” şeklindeki bir statüye sahip bulunmaktadır. Reayaya gelince onlar, Müslüman olsun veya olmasın vergi veren ancak yönetime katılmayan uyruklardır (308).

Köylerde, klasik köy hayatı yaşanıyor, tarımla uğraşan köylü genelde ekonomik olarak günlük ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordu. Tarım ve hayvancılık etrafından sosyal yaşam şekilleniyordu. Müslüman ve Hristiyan olarak birlikte yaşanan köyler vardı. Cami, kilise ve zaviyenin bir arada görülmesi doğaldı. Aralarında karışıklık çok nadir görülürdü. Kültürlerine göre düğünler, bayramlar ve eğlenceler oluyor, benzerlik çok olduğu gibi din eksenli farklılıklarda görülüyordu. Konargöçerlerde mevcut olup, onlar yaylak ve kışlak hayatlarını tarım ve hayvancılık ekseninden sürdürüyordu (309).

Osmanlı devleti ekonomisinin esası ziraata dayalı olduğu için toprağın ekilmesi ve üretim yapılması büyük önem taşıyordu. Bu sebeple yeni fethedilen topraklarda işlenmeyen yerler, göç nedeniyle boşalan topraklar tahrirler vasıtasıyla tespit edilirdi. Bu tür toprakları da üretim faaliyeti için şenlendirme siyâseti uygulanırdı. Köyleri şenlendirmenin diğer bir sebebi, şehirlerarası veya transit taşımacılık yapan kervanları korumak ve yollarda emniyeti sağlamaktır. Zirâ boş kalan köyler, yolların ıssızlaşmasına yol açmış ve eşkıyanın saldırılarına açık bir durum yaratmıştır (310).