Amerika nezle olsa, Türkiye grip’ten yatağa düşer derlerdi eskiler,

Bu sözü bize uyarlarsak, “İstanbul nezle olsa ,Türkiye ZATÜRRE olur”

Önceki yıllarda İstanbul daki yağışların megakent’te bıraktığı izler günlerce yazıldı çizildi , yaygın basında.

Mevsim normallerinin üzerinde yağan yağmur koca kentte hayatı felç etmeye yetmişti.

Üsküdar boğazla birleşmiş, Millet timsah yürüyüşü ile refüjlerde yol arayarak gideceği yerlere ancak ulaşmıştı. Doğanın insanla değil, insanın doğayla iyi geçinmesi gerekir.

Çünkü insanoğlu , doğanın kurallarını koyduğu bu topraklarda misafirdir. Ev sahibi Doğa’nın koyduğu kurallara misafir biz insanlar uymak zorundadır. Tabiat ana , insan olmadan da yaşamını sürdür ,ama insan tabiat’a karşı geldiğinde olanlar ortada..! Örneğin Koçarlı Güdüşlü köyü , yine geçmiş yıllarda ik ,üç kez suların altında afet bölgesine dönmüştü. Köyün içinden geçen dere her taşkın da afete neden olduğu ortada iken ilimin ve bilimin dışında , kusura bakmayın , pek de cahilce yapılan bu yerleşim hiç olmamasını temenni etsek de ,gelecek yıllarda daha çok afet görmeye mahkumdur. Tam derenin içine kurulmuş bir yanlış yerleşim yeri olan benzeri ilçelerden biri de Söke ve Aydın gibi, Söke ve Tabakhane dereleri , kentlerde hasarlara neden olabilecek boyutta debilere ulaştığında, gelecekte taşkınlara neden olabilecektir. Eski insanların hep yüksek yerlere , tepelere yerleşmelerinin altında yatan neden budur. Aydın ovaya yerleşerek , Merkezde Zeybek mahallesinin imar’a ve yerleşim’e açılması çok yanlış bir karar ve gelecekte katliamdır. Biz “yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar “ türküsüyle , atalarımızın yaptıklarının tersine , ovalara ev kurarak kendi mezarımızı kazmaya devam ediyoruz. Amerika’nın dahil olduğu 190 ülkenin ortak imzasıyla kabul ettiği ancak Trump yönetiminin imzasını geri çektiği ,Paris İklim Antlaşmasının önemi ve acı gerçeği bir kez daha ortaya çıkıyor.

Çılgın kararlarla hala bugün de dünyayı şaşırtan Trump , 2 yıl önce, İklim değişikliği"nin uydurma olduğunu iddia ederek , enerji politikasında fosil yakıta ağırlık vereceğini duyurmuş ve çevre koruma yönetmeliklerini büyük ölçüde yürürlükten kaldırmıştı. Tam da bu tartışmaların sırasında ,dünya iklim değişiklerini yaşadı ve yaşamaya devam ediyor dünya da. Peki aynı yağışlar yağsaydı neler olurdu Aydın ‘da..?

Yaşadığım bir anıyla hatırlayalım.

Yıl 1981 ,Aydın’da geçen haftalardaki gibi , gökten kazanlar dolusu sağanak yağış sürdü bir saat.

Görev yaptığımız kurum dan arkadaşlarla çağırdığımız taksi ile ancak ulaşabildik evlerimize.

Batı Gazi Bulvarından geçerken ,Atatürk kapalı spor salonu önünde , Topyatağı ve Mesudiye mahallesinin yüksek kesimlerinden gelen aşırı yağış nedeniyle , sular neredeyse taksi’nin içine sızmaya başlamıştı ki, zar zor ilerleyerek eve varabildik.

Aydın sokakları adeta nehir’e dönüşmüştü .60 yıllık bir Aydın’lı olarak yaşadığım bu ürkütücü manzara, doğa’nın insanlara ne zaman ne sunacağının hiç belli olmadığının göstergesiydi.

Doğanın yasaları , insanların yasalarından çok daha bağımsız ve asla torpil işlemeyen özelliğinden daha çok ders çıkarmalıyız.

Aydın bildiğimiz gibi kuzeyden güneye yamaç molozlarının milyon yıllarca akması sonucu oluşan ve güney’e doğru eğimli bir arazi yapısındadır.

Gelen yağış suları, Aytepe, Tabakhane deresi ile Tralles ve Çakırlar çayından kent içine doğru artan bir hızla akarlar. Bütün kentin yüzey sularını ve hasarını en güneyde yer alan mahalleler çeker.

Ovaeymir,Tellidede, Tepecik ve Çeştepe ile güney mahalleler Adnan Menderes,Efeler, Fatih ve Zeybek mahalleleri su altında kalırlar.

1990 lı yıllarda, otoban yapılmasıyla ,Kuzeyden gelen yağış suları önünde 10 mt yükseklikte baraj gövdesi gibi duran, set nedeniyle İncirliova da tarım arazileri uzun yıllar su altında kalmıştı.

Eskiden kent sokakları beton parke olduğundan yağış suları parke aralarından yeraltı suyuna karışarak doğal dengeyi koruma da yardımcı olmaktayken, Aydın da kent içinde Ana arterler ve gittikçe ara yollar asfalt kaplandığından zemin suyu çekemeden akıp gideceğinden yağışın olumsuz etkisi ve oluşturduğu hasar doğal olarak artacaktır. Yer altı suyu zenginleşemeyecektir. Bu da ekolojik çevreye insan müdahalesi nedeniyle , bitki ve ağaçlara olumsuz etkileyecek , doğal afetleri tetikleyecektir.

Yapılacak yatırımın , açılacak imarlı arazilerin , planlaması ve buna bağlı tesisler için Yer seçimi bu açıdan çok önemlidir.

Jeotermal santrallerin yer seçimi örneğindeki gibi.

Jeotermallerin enerji üretimi uğruna feda edilen AYDIN TARIMI gibi.

AYTO Başkanı sevgili kardeşim Hakan ÜLKEN kuru incirde sıfır olması gereken Kükürt oranının % 15 çıktığını açıklamasıyla , bu kangren tekrar gündeme oturdu.

Bu kez kentin en etkili bir kurumunun başındaki kişinin açıklaması , artık konu ısrarlı çevrecilerin haklı söylemlerinin ne kadar gerçek olduğunu ortaya koymuştur.

Ama taraflar masaya oturmadan , eteğindeki taşları dökmeden bir noktada uzlaşmaları mümkün değildir.

Medya üzerinden haberleşmek yerine , yüz yüze konu masaya yatırılmalıdır.

Aydın ve Türkiye , TARIM mı JEOTERMAL mi seçeneği ile baş başa bırakıldığında , aklı selim her AYDIN’lı ve AYDIN insan , önce TARIM demekte haklıdır.

Çünkü enerji, seçeneklidir ve yenecek bir ürün değildir.

Günümüzde insanlar enerjiyi güneşten ve rüzgardan da karşılayabilirler.

Ama yemeden kaç gün yaşayabilirsiniz..?

Aydın için gündeme getirdiğim ve sonrasında siyasetçilerin diline doladığı motto , “ 3T” projesinin biridir TARIM. Bu konuda köylülerin yaptıkları toplantıları , Karacasu da olduğu gibi “ Toplantı ve Gösteri “yasasına aykırı eylem olarak görmek , ne kadar doğrudur..?

Öz yaşama hakkı için ve anayasal güvence ile teminat altına alınan , herkesin sağlık içinde yaşaması ve bilinçlenmesi eylemi , nasıl yorumlanmalıdır..?

Jeotermal’e karşı çıkanlar için genel kanı , her şeye karşı çıkan entel dantel çevreciler olarak görüldüğü malum. Birileri , Halkın galeyana getirilerek , ayaklandırıldığını düşünseler de, bilimsel gereği yapılarak gerçekler açıklanmalıdır.

Bu gerçeği AYTO kamuoyu ile paylaşmıştır.

Aydın Ziraat Odası sektörde en çok olumsuz etkilenen taraf olarak , olası incir ihracatındaki talep darlığından çekinerek , incirin kötülenmemesi için çekingen ve sessiz kalsa da, bu gerçeği değiştiremez.

Çünkü Kükürtlü inciri iç piyasada yine bizler tüketmek zorunda kalacağız. HAFIZAİ BEŞER’İN NİSYAN İLE MALUL olmaması ( İnsan hafızasının zamanla hastalanıp sakatlanmaması ) için geçmişin acı tecrübelerinin asla unutulmaması gerekir..!

AYDIN’I BEKLEYEN BÜYÜK TEHLİKE yıllar sonra anlaşıldığında tıpkı Çernobil santralindeki gibi , felaketlere yol açacağından korkulan Jeotermal enerjinin atığının ve Tarım ile İnsan sağlığına olumsuz etkisinin ne olduğunun açıklanmamasıdır.

Başımızı kuma sokup, beklemektense, AYTO ve Hakan Ülken’in açıklamasının raporları masaya yatırılarak nihai bilimsel karar verilmelidir.

Gelecek hafta , 9 Temmuz 2019 Salı günü Aydın valisi Sayın KÖŞGER başkanlığında toplanacak olan İL KOORDİNASYON KURULUNDA konunun ciddi olarak masaya yatırılması gerekmektedir.

Unutulmamalıdır ki, Ülke genelinde enerji üretimine % 4 oranında katkısı bulunan Jeotermal yerine , % 15 oranındaki kaçak kayıp önlendiğinde , bırakın Jeotermal üretimini , bir kalem de karlılık ortaya çıkacaktır.

SÖZÜN ÖZÜ:

ÖMÜR DEDİĞİN ÜÇ GÜNDÜR;

DÜN GELDİ GEÇTİ, YARIN MEÇHULDÜR.

O HALDE ÖMÜR DEDİĞİN BİR GÜNDÜR;

O DA BUGÜNDÜR. (CAN YÜCEL)

MEHMET ÖZÇAKIR

[email protected]

PK:110 EFELER-AYDIN

GSM : 0.532.3722627