Herhangi bir ülke tarımının gelişmişliğinin ölçülerinden birisi uluslararası rekabetteki yeridir. Bu yeri belirlemede önemli ölçütlerden birisi ihracat ve rekabet ise ürün girdi maliyetleri ve ihracat birim fiyatlarıdır.

Türkiye’nin, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki dış ticaret politikası esası olarak belirlenmiş çeşitli uygulamalar, makroekonomik düzlemde sürekli olarak ülkemiz aleyhine sonuçlar doğururken Türk çiftçisinin de dış rekabet şans ve gücünü kırmıştır.

Yukarıda belirttiğimiz gibi Türk çiftçisini neredeyse tarımı terk etme sınırına taşıyan olgu ürün girdi maliyetleridir.

Bir diğeri ise devletin tarımsal desteklerdeki ciddiyetidir.

Bir örnek verecek olursak pamuk ithalat ve ihracatında üretim bölgemiz olan Söke ilçesi kadar pamuk üreten Yunanistan karşımıza ihracatçı ülke olarak yer almıştır.

Yerli üretimler tüm tarım ürünü ve gıdada düşerken, bürokrasi ve iktidar politikacıları hemen her sorunda çözümü ithalatta aramaktalar. Son olarak tavuk eti ihracatının 2025 yılına kadar yasaklanmasında olduğu gibi, herhangi bir gıdada ani ve yüksek fiyat artışlarının önlemenin yolunun ihracat engellemekten geçtiğine inanmaktalar.

Mercimek üretimi yapan ancak mercimek yeme kültürü olamayan Kanada Türkiye’nin mercimek ihtiyacını karşılayarak Türk mercimek tarımını bitme noktasına getirmiştir.

Bir hububat ülkesi olan Türkiye buğday, arpa ve mısırı kendi çiftçisine ürettirmek yerine ithalat yoluna başvurmuştur.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin tarım alanında temel yapısal sorunlarının olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Bu gerçeklerden hareketle özel olarak ülkemizin son yaşanmakta olan ekonomik krizden etkilenimi ve bu sürecin Türk Tarımına etkileri maalesef ele alınmamaktadır.

Planlamalar hakeza yarım yamalak gitmektedir.

Son olarak “Tarımsal Üretimin Planlanması” başlığı altında ve “yüzyılın tarımsal çözümü” olarak sunulan belge daha ürün planlaması ile üretim planlaması kavramlarını ayırt etmekten dahi yoksun iken, tek başına ürün planlamasının, hedef olarak seçilen arz/talep düzenlemesine çözüm olamayacağı hala anlaşılamamıştır.

Türkiye bakanlıklardaki idari istikrarsızlık nedeniyle dünyadaki tarımsal gelişmeleri izleyememiştir.

Ticari ve teknolojik anlamda Türk çiftçisinin dünya tarımına entegrasyonu uluslararası şirketlerin insiyatifine bırakılmıştır.

Milli ekonomilerin başat sektörlerinden olan tarım sektörü mensubu Türk çiftçisine, son yerel seçimlere kadar politikacılar tarafından kazanımış oy deposu olarak bakılmış ise de “çiftçinin de bir siyasi görüşü olduğu kendi çıkarı aleyhine politkaları red eden bir poltik tarcihte bulunabileceği bu seçimlerle ortaya çıktı.

Ancak politikacılar hala homojen bir siyasi yapıya sahip olan Türk çiftçisine ve çıkarlarına hizmet eden ve dolayı aklı başında doğru yaklaşım ve yapışıl sorunları çözmeye yönelik çiftçi odaklı bir tarım politikasından ziyade yüzeysel ve çare olmayan desteklemeler yaklaşılmıştır.

Bu durum, sorunlara çözüm olmadığı gibi kendi içerisinde bir kaos ortamı yaratacak çelişkiler barındırırken politikacı ve Ankara bürokrasisinin ithalat lobilerinin baskı ve yaklaşımları ile “yapısal” ı sağlam bir üretim sektörü yaratmak yerine, tarımsal üretimin ihtiyacımıza yetmeyerek ithal edilir duruma gelmesi , tarımsal nüfusun hâlâ toplam milli gelirden hak ettiği payı alamamasına , çiftçinin çıkardığı ürünün masraflarını bile karşılayamamasına yol açmaktadır.

Peki bu durum ne zamana kadar,nereye varacak?
Önümüzdeki on yıllarda eğer ciddi önlemler ve yapısal değişiklikler alınmazsa, Türk Tarım Sektörü ve gıda üretimi Türkiye nüfusuna yetemeyecek duruma gelmesi söz konusu olabilecektir.