Arktik Bölgesi’ni hangi coğrafi alanların oluşturduğu konusunda evrensel olarak kabul edilmiş bir tanım bulunmamakla birlikte, genellikle Kuzey Kutup Dairesi olarak adlandırılan 66o33’ kuzey enlem çizgisinin üzerinde yer alan, dünyanın en kuzey kısımları olduğu anlaşılmaktadır. Sekiz devletin (Kanada, Danimarka, Finlandiya, İzlanda, Norveç, Rusya, İsveç, Amerika Birleşik Devletleri-ABD) Arktik’te toprakları vardır ve bu nedenle bölgenin hamiliğini üstlenmişlerdir. Bölge ülkelerinin kuzey kısımları, Saamiler, Aleutler, Inuitler gibi kadim yerli halklar da dahil olmak üzere dört milyondan fazla insana ev sahipliği yapmaktadır.         

Arktik bugün çevresel, ekonomik, siyasi ve askerî açıdan hızlı dönüşümlere sahne olmaktadır. Birçok bilimsel kaynağa göre Arktik, yerkürenin geri kalanından dört kat daha hızlı ısınmaktadır. Küresel ısınmanın göstergesi olarak eriyen buzullarla birlikte bölgenin göreceli izolasyonu sona ermektedir. İklim krizi Arktik Bölgesi’nin dışa daha açık hâle gelmesine neden olurken, deniz erişiminin artması hem ekonomik fırsatlar, hem de bölgesel güvenlik sorunları yaratmaya başlamıştır. Soğuk Savaş sonrası barış ve istikrarın hâkim olduğu bir bölge olmasına rağmen, gerilim ve çatışmalara dair endişeler artmaktadır. Kaynaklara erişim talepleri ile şekillenen yeni jeostratejik ortamla ve iklim değişikliği gibi zorluklarla yüzleşen dünyanın en tepesindeki bu bölge, ABD-Rusya-Çin büyük güçler rekabetinin yeni sahnesi olma görünümündedir.

Süper güç statüsüne çok yaklaşan Çin her ne kadar Arktik devleti olmasa da, bu bölgedeki kaynaklara yönelik kavganın kesinlikle dışında kalmayacaktır. Pekin, Avrupa ile Kuzey Buz Denizi olarak da adlandırılan Arktik Okyanusu üzerinden kuracağı alternatif deniz bağlantısının, kendi güneyindeki deniz rotalarını kullanmasından kaynaklanan jeopolitik riskleri azaltabileceğini ve lojistikte zamandan ve maliyetlerden tasarruf ederken bölgesel kaynaklara da erişim avantajı sağlayabileceğini hesaplamıştır. Bu bağlamda, enerji tedariğinin ölçeğini büyütmek için Yeni İpek Yolu İnisiyatifi’nin bir parçası olarak Arktik altyapısını geliştirme stratejisi ile bölge devletleriyle iş birliği zemini aramaktadır.

Bölgede büyümesi beklenen rekabetin temel nedenlerinden biri, buzlar eridikçe ortaya çıkacak enerji kaynağı potansiyeli olarak gösterilmektedir. Birleşik Devletler 2008 Jeoloji Araştırması’na göre, çoğunluğu offshore olmak üzere Kuzey Kutup Dairesi’nin kuzeyi dünyanın keşfedilmemiş doğalgazının %30’unu ve petrolünün %13’ünü barındırmaktadır.

Arktik’e kaynak hücumunun diğer ana itici gücü; özellikle neodimyum, praseodimyum, terbiyum ve disprosyum gibi nadir toprak metalleri olacak gibi görünmektedir. Bu mineraller, elektrikli araç ve yenilenebilir enerji devrimlerinin anahtarıdır ve pil teknolojisi ve rüzgâr türbinlerini desteklemektedir. Nadir minerallere ek olarak; bakır, kurşun, demir, nikel, çinko, altın, platin, gümüş, kömür, uranyum ve mika rezervleri, değerli taşlar ve kum, çakıl, kırma taş gibi inşaat minerallerinin de önemli miktarlarda bulunduğu tahmin edilmektedir. Yalnızca Rus Arktiki’ndeki minerallerin tahminî değeri 1,5-2 trilyon ABD dolarıdır.      

Arktik Okyanusu’ndaki buzulların erimesi, doğal dengeleri alt üst ederken, gıda güvenliği açısından yeni balık kaynakları arayışları doğrultusunda Rusya, Çin ve ABD’nin balıkçılık sektörleri arasındaki rekabeti de etkilemeye başlamıştır. Arktik, aynı zamanda yeni deniz nakliye yolları sağlayarak yoğun uluslararası ilgi çekmektedir. Kuzey Deniz Rotası ve Kuzey Batı Geçidi, alternatif deniz yolları olarak denenmektedir. Örneğin Çin ve Hollanda limanları arasında Kuzey Deniz Rotası’nın kullanılması, Süveyş Kanalı’na nazaran iki hafta daha kısa bir yol sunmaktadır. Arktik ayrıca, Uzay’daki uydulara en yakın bölge olarak, büyük güçlerin Uzay rekabeti açısından da kritik konumdadır.

Bölge, 2007’de Rusya’nın bir denizaltı ile Kuzey Kutbu Noktası’nın tam altında 4.3 km derinlikteki deniz yatağına ulusal bayrağını dikmesi sonrası uluslararası medyanın radarına girmiştir. Bu olaydan sonra, Kuzey’deki güvenlik ortamının Arktik’e kıyıdaş ABD ve Rusya ve bölgede gittikçe daha da etkinleşen Çin’in arasındaki ilişkilere dayandığı gözlemlenmeye başlanmıştır. Bu üç büyük güç arasında büyümekte olan küresel jeopolitik gerilimler de bölgeye yansımaktadır. 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı hem küresel olarak hem de Arktik açısından önemli bir kırılım yaratmıştır. Son dönemde Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya giriş süreçleri bu açıdan dikkat çekicidir. Finlandiya eski Başbakanı Sanna Marin, bu durumu “Savaş başladığında herşey bir gecede değişti” olarak tanımlamıştır.

Özetle Arktik; çatışma spekülasyonlarının kol gezdiği bir bölge hâline dönüşmüştür. Daha da kritik olan nokta, bir zamanların istisnai bir barış alanı olan bölgenin, İkinci Orta Doğu olabileceğinin dillendiriliyor olmasıdır. Oysa, üç büyük güç ve diğer bölge devletleri liderlerinden insanlığın geleceği için en öncelikli şekilde ele almaları beklenen konu, Arktik’te acilen iklim krizine dönük ortak bir uygulama planı ortaya koymaları olmalıydı. 2022 Ukrayna Krizi bu ihtimali de rafa kaldırmış görünüyor.

Giderek daha çok dikkatleri üzerine çeken bu bölgeye Türkiye’nin ilgisiz kalması beklenemez. Kaldı ki Arktik Konseyi gözlemci üyeliğine başvurusu ve 1920’de Paris’te imzalanmış olan Svalbard Antlaşması’na taraf olma girişimleri, bölgede var olma yönünde attığı önemli adımlardır. TÜBİTAK bünyesinde kurulan Kutup Araştırmaları Enstitüsü de Arktik’te Türk bilim insanlarının araştırmalarını teşvik eden önemli bir platformumuzdur. Ancak, Dışişleri Bakanlığımız’ın henüz net tanımlanmış bir Arktik stratejisi bulunmamaktadır. Türkiye’nin Arktik’te hangi amaçla bulunmak istediğini belirlemesi ve anons etmesi elzemdir. Türkiye’nin 2015’te yapmış olduğu gözlemci üye başvurusunun reddedilmiş olma nedeni, Arktik devletlerini bölgede bulunma amaçları konusunda ikna edememiş olması olarak açıklanabilir. Önümüzdeki dönemde Svalbard Antlaşması’na taraf olunması, Türkiye’nin stratejik belirsizliklerini aşmasında bir kilometre taşı olabilir. 

Bölgede iklim krizi ve çevre ile ilgili çalışmalarda uluslararası bilimsel ortaklıkların içine girilmesi, Türkiye için Arktik ülkelerine güven vermek adına bir çıpa olabilir. Çin de Arktik’e girerken benzer yöntemi kullanmıştır. Türkiye, tarafı olan ülkelere Svalbard Takımadaları’nda bazı sınırlı ekonomik haklar tanıyan Svalbard Antlaşması ve uluslararası hukukun diğer limitleri içinde kalarak orta ve uzun vadede bölgedeki ticari çıkarlarını maksimize etmek için girişimler yapabilir. Rusya’nın geçen yıl Türk tersanelerinden kutup bölgelerine uygun buzkıran gemi inşası için teklifler almış olması bu yönde ilginç bir işarettir. Ancak, gerçekçi olmak gerekirse büyük ekonomik kazanımlar bu aşamada mümkün görünmemektedir, bununla beraber bölgedeki uluslararası bilimsel çalışma grupları içinde bulunmamız ve bu yolla insanlığın geleceği için çaba göstermemiz ülkemize diplomatik prestij sağlayacaktır.