Araştırmalar, tüm dünyada ve Türkiye’de su kaynakları hızla azalmaya devam ederken, tarım, içme ve kullanma sularına erişimin iklim krizi, altyapı sorunları ve ekonomik yetersizlikler nedeniyle her geçen gün daha çok zorlaştığına dikkat çekiyor. Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı Kamala Harris 2021 yılında yapmış olduğu bir konuşmasında, savaşların uzun yıllar petrol üzerinden çıktığını, ancak bundan kısa bir süre sonra su üzerinden çatışmalar olacağını vurgulamıştı. Uzun süredir Türkiye’nin de 2030 yılı sonrasında sınır aşan akarsular kaynaklı bölgesel su savaşlarının içine çekilebileceği konuşuluyor. Yağış ve sıcaklık rejimindeki iklim kaynaklı değişiklikler, ülkemizde tarımsal üretimi olumsuz etkiliyor.

Gerek içeride, gerekse dışarıda su ile ilgili bizi bekleyen büyük risklerin tartışıldığı bir dönemde, geçen yıl yayınlanan “Türkiye’nin Su İle İmtihanı” başlıklı bir kitap ayrıntılı incelenmeyi hak ediyor. Devlet Su İşleri (DSİ) eski başmühendislerinden rahmetli Altay Çekirge’nin (1939-2022) yaşamının özellikle son üç yılında Türkiye’nin su sorunları üzerine mühendislik, siyaset, sosyoloji ve yönetim bilimleri dahil 360 derecelik bir bakış açısıyla kaleme aldığı yazılarından oluşan bu ilginç eser, o’nun vefatı sonrasında mesai arkadaşı ve emekli DSİ avukatlarından Onur Ercan’ın değerli gayretleri ile yayına hazırlanmış.

Çanakkale gazisi merhum General Halis Çekirge’nin oğlu olan Altay Çekirge, 32 yıl İstanbul DSİ Su Planlaması’nın baş mühendisi olarak çalışmıştır. 1961’de İstanbul Teknik Üniversitesi’nden inşaat yüksek mühendisi olarak mezun olan Çekirge, o dönemde Trakya Bölgesi’nde özellikle Meriç Nehri’nin taşkınlarından ovaları korumak için Meriç Seddeleri’nin inşaatını yürütmek amacıyla yeni kurulan Edirne DSİ Bölgesi’nde çalışmaya başlamıştır. Çekirge’nin yazılarında anlattıkları bir bütün olarak Trakya’nın kalkınması açısından önemli bir mikro tarih örneği de sunmaktadır. Göreve başladığında suyu olmayan birçok köy olduğuna değinen yazar, sığ kuyulardan içme suyunun temin edildiğini, bunun da halk sağlığı açısından büyük riskleri bulunduğunu aktarmaktadır.

Merhum Altay Çekirge’ye göre, 1965 yılında Süleyman Demirel’in başbakan olması su sorunlarının çözümü açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Köyde doğmuş, çobanlık yapmış Demirel, Anadolu’nun yol ve su ihtiyacını iyi bilen bir mühendistir. Başbakanlığı öncesi de 1955-1960 yılları arasında DSİ Genel Müdürlüğü yapmıştır. Su konusunda vizyon sahibidir. Barajlar dahil birçok su projesinin yolunu açmıştır. Altay Bey, 1980 sonrasında ise bu rüzgârın kısmen kesildiğini, DSİ’nin Barajlar Dairesi gibi kritik bölümlerinin yok edildiğini, yeni kuşak mühendis alımlarının durdurulduğunu, işlerin daha çok müşavir mühendislik firmalarına verildiğini anlatıyor, devlet dairelerinde kesin projeleri yapacak ve müşavir mühendislik firmalarının yapacağı uygulama projelerini onaylayacak otoritenin yaşaması gerektiğini savunuyor. Bu bağlamda, merhum Çekirge yazılarında sık

sık Amerika’nın DSİ’si olan American Bureau of Reclamation’dan örnekler veriyor, DSİ’nin bu kuruluşun çalışmaları referans alınarak bugün tekrar yapılandırılmasını tavsiye ediyor.

Altay Çekirge, 1960’larda Trakya’da görev yaptığı dönemde taşkın zararlarına uğrayan köylerle ilgili incelemeler yaptığında, bugünkü benzer krizlere de ışık tutan bazı gerçeklerle karşılaşmıştır. Rahmetli Çekirge’nin verdiği ilginç bilgilerden biri, Edirne Osmanlı payitahtı iken kalyonların Ege Denizi’nden Edirne’ye kadar çıkabildikleridir. 1960’lara gelindiğinde gemiler Enez’den içeri giremiyorlardı diyen Çekirge, Meriç Nehri ve kolları Arda ve Tunca Nehirleri’nin drenaj (su toplama) alanlarındaki Trakya ormanlarının uzun harplerde kesilerek yok edildiğini, yağan yağmurların yeşil örtünün kalkmasıyla toprağı erozyona uğrattığını, nehirler ve derelerin rüsubat toprağı ve çamurla dolduğunu ve bunun sonucunda da taşkınlar oluşarak verimli Meriç ovalarının bataklığa dönüştüğünü anlatıyor.

Dere yataklarının sel sularını taşıyamaması sonucu taşan sular ayrıca köy evlerine de zarar vermekteydi. DSİ mühendisleri bir yandan derelerin ıslahı veya evlerin yer değiştirmesi seçenekleri üzerinde çalışırken, bölgeye yapılacak barajların projelerini yürütüyorlar, baraj göllerinin taşkın sularını hafifleteceğini öngörüyorlardı. Ayrıca, taşkınlara karşı inşa edilen seddeler ve drenaj kanalları ile bataklıkların kurutulup toprağın ıslah edilerek arazilerin tekrardan tarıma açılmasında DSİ’nin büyük payı olduğu anlaşılıyor. Bataklık arazilerde yol olmadığı için seddeler traktörlerin otobanı da olmuştur.

Altay Bey İ.T.Ü.’de okurken su yapıları dersinin hocası Prof. Dr. Necati Enger öğrencilerine; taşkın zararlarının yalnızca inşaî tedbirlerle önlenemeyeceğini, en önde gelen tedbirin akarsuyun drenaj alanının ağaç, çimen, orman, koru yani yeşil örtü ile kaplanması olduğunu anlatmıştır. Böylece yağmur suyunun dereye ulaşması gecikecek ve erozyonla dere yataklarının dolması engellenecektir. Yazar, bu doğrultuda DSİ’ye yeşillendirme görevi verilmesi gerektiğini, betonlaşan şehirlerimizde de su baskınlarına karşı bütün otopark grobetonlarının kırılarak yerine kırmataş dökülmesini ve boş alanların ağaçlandırılıp park yapılmasını önermektedir.

Kitapta 1960’lardan itibaren sulama projelerinin nasıl evrimleştiği de anlatılıyor. İlk etapta mevcut olan klasik sulamada, arazinin %15’i yol ve kanallarda kullanılıyor ve bunun büyük kayıp olduğu vurgulanıyor. Ayrıca kanalların bakım onarım maliyetlerinin yüksek olduğu aktarılıyor. Altay Çekirge, 1967’den itibaren bir İtalyan tasarımı olan “Kanalet” sistemlerinin yaygınlaşmaya başladığına şahit olmuştur. Kanalet, ayaklar üzerinde giden betonarme kanaldır. Fabrikada imal edilip, arazide monte edilebilir. Su kaybı yoktur. Tarlanın %2 ila 3’ü kanalete tahsis edilir, yani arazi kaybı azdır. Kanalet projeleri, klasik sulamaya nazaran daha hızlı inşa edilebilmiştir. Altay Bey, (hızlı kalkınma için) “Türkiye’nin o dönemde acelesi vardı!” diyor. Aynı yıllarda “sprinkler” ile yağmurlama sulama sistemlerini de devreye aldıklarını belirtiyor.

Merhum Çekirge, bitkilerin günümüz teknolojisinde toprağa gömülü boruların olduğu sensörlü sistemlerle yalnızca ihtiyacı olduğu kadar su aldığını, 60 yıl evvel yapılan sulamaların yeniden borulu sensörlü sistemlerle değiştirilmesinin tasarruf avantajı getireceğini ve bunun DSİ’nin yaşaması için bir başka neden olduğunu anlatıyor. 1960’lardan itibaren susuzluğu yenmek için inşa edilmeye başlanan göletleri de örnek veren Çekirge, bugün DSİ’nin Orta Anadolu, Trakya gibi kurak bölgelerde yan dereler üzerinde yüzbinlerce gölet yaparak ileriki yıllarda nüfus artışına paralel artacak olan gıda ve su ihtiyacının karşılanmasına dönük önlem almış olacağını savunuyor.

Kitaptan, Yunanistan ve Bulgaristan gibi komşu devletlerin bazen uluslararası hukuka riayet etmediklerini, Meriç’in sularını keserek ovalarımızdaki tarımı zorlaştırdıklarını öğreniyoruz. Umarız bu tip durumlar ileride savaş ihtimalleri oluşturmaz. Merhum Çekirge, ovaların su sıkıntısını aşmak için İstanbul’un “kullanma atık suyu”nun arıtılarak DSİ tarafından Trakya’ya isale edilmesi fikrini de ortaya koyuyor. Bunun hayalî bir proje olmadığını, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin park ve bahçelerde arıtılan atık suyu kullandığını anlatıyor. Kanal İstanbul ile ilgili hem mühendislik, hem lojistik, hem de uluslararası hukuk açısından objektif bilimsel tavsiyelerde bulunuyor; keşke keşke değerlendirilse. Meriç Nehri’nin rüsubatı taranarak Edirne’nin tekrar tarihteki gibi bir iç liman olabileceğini savunuyor. Deniz kıyısındaki bazı şehirlere uzak barajlardan su getirmek yerine, deniz suyunu arıtma yöntemine bakılabileceğini vurguluyor. Deniz suyu arıtmada gerekecek yüksek enerji ihtiyacı için yine aynı kıyılarda kurulacak rüzgâr türbini sistemlerinin (yeşil enerji) devreye alınmasını öneriyor. Mühendislerin motive çalışması için kadro/derece sorunlarına dönük çözümler sunuyor. İhalelerde ve proje esnasında oluşabilecek suistimallerle ilgili uyanık olmaları için genç mühendislerle deneyimlerini paylaşıyor. Ve bu yazıya sığmayacak daha birçok değerli tavsiyesini de..

Altay Bey, nasıl genelkurmay başkanı ordudan, emniyet genel müdürü de polisin içinden atanıyorsa, DSİ’ye de DSİ içinde yetişmiş genel müdürlerin atanmasının önemini anlatırken, Koçi Bey risalesine atıfta bulunuyor. Eserde birçok mühendislik ve devlet adamlığı dersinin yanı sıra; liyakat, fazilet ve ülkeye hizmet ruhu kuvvetli şekilde yer alıyor. 1980 öncesinin mühendislik akademisi DSİ’nin, tıpkı Hazine ve Merkez Bankası ekolleri gibi bir zamanlar en zeki gençlerin tercih ettiği kurumlardan biri olduğunu öğreniyoruz. Meslek içi eğitimin zayıflaması ve teknik personel politikasının eksikliğinden dem vuruluyor. Bu anlatılar doğrultusunda, kurumların güçlü olmasının önemi ve politik rüzgârlarla sarsılmaması gerektiği bir kez daha anlaşılıyor.

DSİ, iklim krizinin olumsuz etkilerini azaltmak adına ülkemizde verilecek mücadelede şüphesiz öncü role sahip. O yüzden “Türkiye’nin Su İle İmtihanı”nı geleceğin tüm DSİ genel müdürü adaylarının okumasını, sorgulamasını ve tartışmasını diliyorum. Yazıları ile deneyimlerini genç kuşaklara emanet eden Altay Çekirge Bey’in aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.