Kendimi bildim bileli edebiyata, edebî türler içinde de şiire ayrı bir ilgi duyarım. Ün yapsın veya yapmasın çeşitli şairlerin şiir kitaplarını edinip, okumaya çalışırım. Hatta zaman zaman, ‘amatör’ olarak adlandırılan, kıyıda köşede kalmış şairlerin, en az ünlü şairler kadar güzel şiirler kaleme aldıklarına, okurlarını farklı duygu ve düşünce dünyalarına sürüklediklerine tanıklık etmişimdir. Bunu da her fırsatta dillendirmekten kaçınmam.

Her şairin birer birey olduğu düşüncesinden hareketle, siyasi görüşlerinin olması gayet doğaldır. Şairleri değerlendirirken siyasi düşüncelerine göre değil, kaleme aldıkları şiirlere göre değerlendirmeyi her zaman ilke edinmişimdir.

***

Ama toplumumuzda öyle bir anlayış var ki, şairlerin siyasi kimlikleri, edebî kimliklerinin önüne geçiriliyor. Tüm değerlendirme, eleştiri ve yorumlar bu eksende yapılıyor. Örneğin siyasi yelpazenin sağında yer alanların çok büyük bölümü Necip Fazıl Kısakürek’i yüceltirken, Nazım Hikmet’e karşı olumsuz bir tutum sergileyebiliyor. Aynı şeyi sol kesim için de söylemek mümkün. Nazım Hikmet, göklere çıkarılırken, Necip Fazıl, politik görüşleri ve yaşadığı git / geller üzerinden kıyasıya eleştiriliyor.

***

Ben, politik görüşleri her ne olursa olsun Nazım Hikmet’in de Necip Fazıl’ın da büyük şair olduğuna inananlardanım. Bir kimsenin Necip Fazıl’ı okuması için sağcı veya İslamcı olması gerekmediği gibi Nazım Hikmet’i okumak için solcu olmak bir önkoşul değil.

Eğer bir şair anlatmak istediği duygu ve düşünceyi her türlü söz sanatını ustalıkla kullanarak anlatma becerisini taşıyorsa, bu anlamda rüştünü ispat etmişse o kişinin siyasi kimliği ikinci hatta üçüncü plandadır, öyle olmalıdır.

***

Yazımı, şairler üzerine kurdum ancak müzikte ve sanatın diğer dallarında da benzer politik kamplaşmaları görmek, bunlara sıklıkla tanık olmak mümkün.

Demem o ki, tüm politik kaygı ve önyargı gözlüklerini çıkararak edebî kişilikleri ve ortaya koydukları eserleri değerlendirirsek ancak ve ancak o zaman sağlıklı bir çözümleme yapmış olabiliriz.