Sabahattin Ali’nin bir kitabına adını veren hikayesi Sırça Köşk, her devirde yansıması bulunan ibretlik bir olayı anlatır. İnsan okurken yaşadığı dönemden, yaşadığı ülkeden bir şeyler bulur. Bu öyle bir hikayedir ki insanlık tarihi boyunca devridaim eden bir kandırmacayı anlatır. Kısaca özetlemek gerekirse birkaç uyanık ve tembel arkadaş, ahalisinin çalışkanlığı sayesinde refah içinde yaşadığı bir memlekete giderler. Maksatları zahmetsizce bolluk içinde yaşamak, günümüz tabiriyle köşeyi dönmektir.
***
Çarşıda pazarda “Bu memleketin sırça köşkü nerede? diye diye yüksek sesle dolaşırken, meraklı ahali peşlerine takılır. “Nedir bu sırça köşk” diye sorarlar. Bizim uyanıklar “Sırça köşksüz memleket olur mu? Biz böyle bir memlekette duramayız, gidelim hemen” derler. Ahali de sırça köşkü lüzumlu bir şey zanneder. İmece usulü bir sırça köşk inşa ederler. Uyanıklar sırça köşke yerleşir. Kendi hizmetlerini gördürmek için ahalinin arasından bazılarını sırça köşke alırlar. Zaman içinde ortaya kocaman bir sırça köşk çıkmış, içinde bir sürü aylaklar türemiş ama bu arada halkın elinde avucunda bir şey kalmamıştır. Sırça köşkten gelen emirle son koyunlarını da gidip teslim ederler.
***
Halkın kaybedecek birşeyi kalmadığını anlayıp telaşa kapılan aylakların elebaşısı balkona çıkıp ahaliye şöyle der: “Ey millet, birçok şeyler verdiniz. Büyük sıkıntılara katlandınız ama dostun düşmanın hayran olduğu bir sırça köşkünüz oldu. Onun azameti, onun parlaklığı yanında üç beş çuval ekin, dört beş davar nedir ki? Biz sizin şanınız, şerefiniz için çalışıyoruz. Bakın bugün getirdiğiniz koyunların bile hepsini yemedik, kellelerini size bıraktık” der ve koyunların kellelerini halka dağıtırlar. Kelleyi alanlardan biri elindeki başa bakarak hayretle bağırır, “İyi ama bu başın beynini almışlar!”
Elebaşı balkondan cevap verir: “Siz beyni ne yapacaksınız, pişirmesini bilmez ziyan edersiniz.”
Başka biri: “Peki bu başların dili neden yok?”
-“Canım, dilin size lüzumu yok, Yemesini beceremezsiniz.”
Bir başkası: “Yahu, bu kellelerin gözlerini de çıkarmışlar”
-Siz gözü ne yapacaksınız, nasıl kullanılacağını bilmezsiniz ki”
Halk ellerindeki beyinsiz, dilsiz, gözsüz kelleleriyle dağılmak üzereyken aralarından biri bağırmış: “Böyle başın da bana lüzumu yok!” kelleyi boynuzundan tuttuğu gibi sırça köşke fırlatıvermiş. Şangırt sesiyle birlikte sırça köşkte kocaman bir delik açılmış. Halk asla yıkılmaz zannettiği sırça köşkün çürük olduğunu görünce, herkes ellerindeki kelleleri fırlatmış, sırça köşk saniyeler içinde tuzla buz olmuş. Halk enkazı temizlemiş, sırça köşksüz eski hayatına geri dönmüş. Yıllar sonra ihtiyarlar çocuklara sırça köşkün hikayesini anlatırken, şu nasihati vermeyi unutmamışlar: “Sakın tepenize bir sırça köşk kurdurmayın. Ama bir şekilde kurulmuşsa onun yıkılmaz bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.”