Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında meşrutiyet dönemleri Cumhuriyet yönetiminden çok uzakta idi. Hatta Osmanlılar ve genç Türkler hareketi ittihat ve terakki cemiyetinin faaliyetleri ve diğer girişimler monarşi idaresindeki devletin bazı reformların gerçekleştirilmesine çalışmak şeklinde ortaya çıktı.

Artık Osmanlı devletinin tamamen çürüdüğünü bu yönetim şekliyle ülkenin hiçbir yere varamayacağını gören ve bu uğurda çalışan bir kişi vardı. Mustafa Kemal…

Hür, bağımsız ve müstakil bir devlet kurma dünya ulusları arasında onurlu yerini alan ve çağdaş bir toplum yaratma mücadelesi okul yıllarından itibaren Mustafa Kemal’in ideali ve hedefi olmuş. Bu yüce ideali gerçekleştirmek için hiçbir fedakarlıktan çekinmemiştir. Hatta 1906 yıllarında Selanik2te vatan ve hürriyet cemiyetinin Selanik şubesini açarken ‘’ Hürriyetin olmadığı yerde ölüm ve esaret vardır. Her gelişmenin ve kurtuluşun anası hürriyettir’’ derken onun ruh yapısını da ortaya koymaktaydı.

Erzurum kongresi günlerinde bile yakınlarına zaman zaman hükümet idaresinin Cumhuriyet olacağını tekrarlaması Amasya tanzimi, Erzurum ve Sivas kongrelerinde vatan bütünlüğü ve ulusal iradeyi herşeyin üzerinde tutması onun cumhuriyet idaresini kurmak için attığı adımlardı.

Özgürlük ve bağımsızlığı her şeyin üstünde tutan ve bu amaçla ‘’Ya istiklal ya ölüm’’ slogonuyla yola çıkan Mustafa Kemal, Türk ulusunun elinde kalmış son topraklarda her karış toprağı şehit kanıyla ıslanmış Trakya ve Anadolu da kurtuluş savaşını bir düşünce olarak başlattı.

14 Eylül 1919 günü general Milne verdiği raporda ‘’ İstanbul hükümeti ile itilaf devletleri güçsüzdür. Mustafa Kemal’in hareketi Anadolu da bağımsız bir cumhuriyete doğru gidiyor’’ derken bir gerçeği de dile getirmekteydi.

Mustafa Kemal’in önderliğinde kurtuluş savaşını zaferle sonuçlandıran Türk ulusunun artık geriye dönüşü olamazdı. Köhne , çürümüş ve hasta olan bir adamın yerine yeni bir yönetim biçimi , insan ve Türk ulusunun onuruna en çok yakışan, egemenliği hiçbir koşul tanımadan ulusa veren , ülkenin yönetiminde doğrudan doğruya halkı söz sahibi yapan bir idare tarzıydı.

28 Ekim 1923 günü akşamı Çankaya da Atatürk, İsmet Paşa, Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa, Sinop mebusu Kemalettin Sami Paşa, Kocaeli grup komutanı Halit Paşa, Rize mebusu Ekrem ve Afyon mebusu Ruşen Eşref’in hazır bulunduğu bir toplantıda idare tarzının ve yönetim biçiminin cumhuriyet olacağı açıklar. 29 Ekim 1923 günü cumhuriyet ilan edilir ve Türk milleti artık yeni bir yönetim biçimine kavuşmuş olur.

Bütün dünyanın silahlı işgali ve yıllarca süren düşmanlıklarının yarattığı tecavüzlere karşı koyan binlerce şehit veren kan döken Türk ulusu kendi idaresinin hakim olduğu ve olacağı yeni bir Türk devleti kuruyordu.

Ama bu yönetimin bürokrasisi Osmanlı İmparatorluğu2ndan devralınmıştı. Kısaca değişen bir şey vardı saltanat idaresinin yerine geçen ulusal irade devleti yönetecek kanı pahasına kazanılan istikrar ve bağımsızlık devam edecekti.

1924 teşkilatı esasiye kanunun 2. Maddesinde yer aldığı üzere bu irade ile Türkiye devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı laik ve inkılapçı bir karakter aldı. Bu düşüncede cumhuriyet halkın halk tarafından idaresidir ve bu idare kayıtsız şartsız milletindir.

Ulusal egemenliğine ve vatanına göz diken onu parçalamaya çalışan işgal ve zorla ele geçirme hareketiyle bu emellerini gerçekleştirmeye çalışan düşman ve düşmanlarla iş birliği içerisinde bulunan yöneticilere ve çevrelerine karşı girişmiş olduğu kanlı mücadele sonunda elde etti.

Bu arada Atatürk, Tercüman-ı Hakikat Gazetesi baş muhabirine ‘’ Kurulan cumhuriyet idaresinin öyle zannedildiği gibi zayıf bir yönetim şekli olmadığını, bunu elde etmek için pek çok kan döküldüğünü, her tarafta Türk kanı akıttığını icap ederse kanının son damlasına kadar cumhuriyeti koruyacağını’’ söyler.

Atatürk’e göre cumhuriyet yönetimi milletle devlet arasında kaynaşmayı sağlamakta ve ‘’ Bugünkü hükümetin doğrudan doğruya milletin kendi kendine kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümettir ki onun adı cumhuriyettir. Cumhuriyet sözcüğü çok eski zamanlardan günümüze kadar kullanılmış ve bir takım yönetim şekilleri cumhuriyet olarak anılmıştır. Mesela eskiden Venedik, Cenova ve Floransa cumhuriyet olarak anılmasına rağmen bu ülkeler cumhuriyetle yönetilmiyordu. Yönetim belirli bir zümreyi temsil eder, halk seçime katılmazdı.

Bugünkü anlamda cumhuriyet idaresinin tarih içindeki ilk örnekleri 1776 da ABD ile 1789 da Fransız ihtilalinden sonra Fransa da kendini gösterir. Şu gerçeği açıkça ifade edeyim ki cumhuriyet yönetimi eskiden sanıldığı gibi hükümet şekli değil bir devlet şeklidir. Devlet içinde yürütme görevini gören hükümet değişik biçimlerdedir., bu arada esas konu siyasi iktidarı kullanan organların seçimle ve halkın iradesi ile ortaya çıkmasıdır. Gerek parlamenter seçimlerde gerekse başkanlık sistemlerinde hükümet sistemi değişik olduğu halde devlet şekli cumhuriyettir. Başkanlık sisteminde cumhurbaşkanı yürütme organının fiilen başı ve geniş yetkileri vardır. Yasama ve yürütme organları arasında kuvvetler ayrılığı kesindir. Buna karşın parlamenter sistemlerde yürütme görevinin başı teorik olarak devlet başkanı olmakla beraber fiilen iktidarı hükümet başkanı kullanır. Devlet başkanı hükümet ve yasama organı arasındaki ilişkilerde, üst durumda ve denge unsuru olarak görev yapar.