CHP’nin eski Genel Başkanı Deniz Baykal, Cumartesi günü hayatını kaybetti. Aktif siyasete 1968’de CHP’ye üye olarak başlayan Baykal, Türk siyasi hayatına damga vuran isimlerdendi.

1973 seçimlerinde milletvekili seçilen, 12 Eylül öncesinde Maliye ve Enerji Bakanlığı görevinde bulunan Baykal, 12 Eylül’ün ardından Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) Genel Sekreterliği de dâhil olmak üzere önemli görevlerde bulundu.

1980’de 12 Eylül darbecilerinin kapattığı CHP’yi 1992’de yeniden açarak, “CHP’nin ikinci Kurucu Genel Başkanı” unvanını elde etti.

***

1995’te CHP – SHP birleşmesi gerçekleşti. 12 Eylül sonrasında ilk seçimine Baykal liderliğinde katılan CHP, yüzde 10’luk seçim barajını kıl payı aşabildi. 1999 seçimlerinde CHP’nin tarihte ilk kez yüzde 10 barajının altında kalması üzerine Deniz Baykal, CHP Genel Başkanlığından istifa etti. CHP Genel Başkanlığına Altan Öymen seçildiyse de Baykal’ın ayrılığı fazla uzun sürmedi. Baykal, 2000 yılında yeniden CHP’nin başına geçti.

2002 seçimlerinde oluşan iki partili parlamento yapısında AK Parti, neredeyse anayasayı değiştirecek çoğunlukla tek başına iktidara geldi. CHP ise ana muhalefet görevini üstlendi. 2007’deki seçimlerde ise CHP ve DSP’nin seçim işbirliğine karşın CHP oylarında kayda değer bir artış sağlanmadı, ana muhalefet görevi devam etti.

***

2010 yılının Mayıs ayında “kaset komplosu” sonucunda CHP Genel Başkanlığından ayrılmak zorunda kalan Deniz Baykal, hem parti içi hem de parti dışı çevrelerce çok tartışıldı. CHP’de hizipçilikle, partiyi yerinde saydırmakla, 2003’te Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılması konusunda anayasa değişikliğine destek vermekle çok eleştirildi. “İktidara gelmek istemiyor, muhalefette olmaktan memnun” diyenler dahi oldu.

Ama benim gözümde Deniz Baykal, artısıyla eksisiyle, dik duruşlu bir liderdi. Atatürk ilkelerinden, cumhuriyet kazanımlarından hiçbir zaman ödün vermedi. Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesiyle milletiyle bölünmez bütünlüğü onun her zaman kırmızıçizgisi oldu. Laik cumhuriyete yönelik saldırılar karşısında en sert tepkiyi gösterenlerin başında geldi.

1990’lı yıllarda Kardak krizi yaşandığı esnada Dışişleri Bakanı’ydı. Diplomatik anlamda başarılı bir sınav verdi. 2003’te Irak’ı işgal etmek isteyen ABD askerlerinin Türkiye’nin güneydoğusuna konuşlanmasını öngören 1 Mart tezkeresi TBMM gündemine geldiğinde buna karşı dirayetli bir tavır ortaya koydu. CHP ve yüze yakın AK Parti’li vekilin ‘hayır’ oylarıyla 1 Mart tezkeresi Meclis’ten geçmedi. Bu, Deniz Baykal’ın tarihi bir başarısıydı.

***

15 Temmuz 2016’da milletin üzerine bombalar yağdıran Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) 2007’den itibaren yargı içindeki militanları vasıtasıyla adına “Ergenekon” ve “Balyoz” denen kumpas davalarını yürürlüğe koydu. Atatürk’ün dünya görüşüne bağlı, toplumda kanaat önderi konumunda olan gazetecileri, yazarları, bilim insanlarını, ordu ve emniyet mensuplarını hedef alan bu operasyonlara toplumun büyük bölümü “demokratikleşme” ve “sivilleşme” adı altında alkış tuttu. Bu çevrelere göre darbecilerle hesaplaşılıyor, Türkiye’de temiz eller operasyonu (!) yapılıyordu.

***

Bu yönde propaganda yapıladursun, hakikat bu değildi. Atatürk’ün kurduğu laik, demokratik cumhuriyete düşman olan ve yerine farklı bir rejim ikame etmek isteyen FETÖ, Türkiye’nin Atatürkçü, cumhuriyetçi aydınlarıyla hesaplaşıyor, ülkede bir korku imparatorluğu yaratmaya çalışıyordu. İşte o buhranlı günlerde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, toplum vicdanının sesi oldu. Bir yandan Atatürkçü, cumhuriyetçi aydınlara, “Ben bu davanın avukatıyım” diyerek yüreklilikle, sağlam bir iradeyle sahip çıktı. Diğer yandan Zekeriya Öz gibi savcı görünümlü FETÖ militanlarına “Cübbeni çıkar da gel” diyerek meydan okudu. Deniz Baykal’ın bu yürekli tavrı bile, onu iyilikle, güzellikle anmaya yeter diye düşünenlerdenim.

Kaset kumpasıyla CHP Genel Başkanlığından istifasını televizyonda izlerken gözlerimin dolduğunu dün gibi anımsarım. Cumartesi sabahı vefat haberini aldığımda da aynı hüznü, burukluğu bir kez daha yaşadım.

Ruhu şâd olsun…