Her zeybeğin bir öyküsü vardır. O öyküler ki umutsuz ve acımasız bir hayatın satır aralığından süzülerek sanata dönüşmüştür.

Kerimoğlu Eyüp’ün öyküsü de böyledir. Yöre halkının sevdiği, koruyup kolladığı 19 yaşındaki genç efe, uykusunda vurularak öldürülmüş, ancak yakılan ağıtların duygu yüklü dizelerinde yaşatılmıştır.

Kerimoğlu Eyüp tütüncülükten kıt kanaat geçinen, ağır vergiler altında ezilen fakir bir aile çocuğuydu. Muğla’nın Yeşilyurt köyünde 1882’de doğmuş, küçük yaşta yetim kalmış, annesi Hatice tarafından büyütülmüştü.[1]

Eyüp ve kardeşleri yokluk içinde, devletten yardım görmeden hayata tutunurken her kıygın köylü gibi tütün kaçakçılığı (Ayıngacılık) işine karışmıştı.[2]

Ayrıca tütün rejisine çalışan kolcuların zulmüne karşı seslerini yükseltmekten de asla geri durmamışlardı.

Nitekim Kerimoğlu Hüseyin, reji imtiyazlarını eleştirdiğinden 1900’de yakalanmış, şeriye mahkemesinde görevli kadı naibinin kararıyla tutuklanarak Bodrum cezaevi zindanına atılmıştı.

Kerimoğlu Eyüp ise aynı yıl köyündeki bir düğünde çıkan kavgada, ayan kahyası Muhtar İzzet’i, yanında taşıdığı tabancasıyla yanlışlıkla yaralamış, yakalamaya gelenlerden kaçmak isterken çıkan çatışmada bir zaptiye öldürülmüştü.

Bu olayın hemen ardından kurulan müfreze ekibi, Kerimoğlu Eyüp’ün peşine düşmüş, ancak günlerce süren takipten ve yaşanan çok şiddetli çatışmalardan bir türlü sonuç alınamamıştı.

Kerimoğlu Eyüp her baskın, pusu ve tuzaktan aklı, cesareti ve ataklığı ile kurtulup başka yataklara gizlenirken günden güne artan şöhretiyle yöre halkının gönlünde, bir umut ve sevgi duygusuyla hak ettiği yeri almıştı.

Bu gidişattan kaygılanan yerel yöneticiler ise Eyüp’ü yakalama işini, çevrede keskin nişancılığıyla bilinen kaçakçı avcısı Kör Arap lakaplı İsmail Çavuş’a devretmişti.

Kör Arap, adamlarıyla Marçalı ve Yılanlı dağını, bölgedeki ova ve yaylaları, köy ve tarlaları didik didik aramış ne bir işaret ne iz bulabilmişti.

Bu arada Hüseyin de cezaevinden çıkmış, akrabalarıyla birlikte kardeşi Eyüp’ü koruma altına almıştı.

Kerimoğlu Eyüp Efe ve zeybekleri, yedi ay dağlarda saklanmış, aç ve susuz kalmış, fakat hiçbir zaman yol kesmemiş, mal, mülk yağmalamamış, cinayet işlememiş, fidye için insan kaçırmamışlardı.

Zaman zaman dağların doruklardan düze inmişler, fakir ve düşkünlere yardım ederek lojistik destek almışlardı.

Kör Arap, bu dayanışmaya çaresiz kaldığından Eyüp’ü yakalama umudunu yitirmiş, köye dönmüştü. Takip müfrezesi gibi diğerleri de köşesine çekilmişti.

Eyüp Efe, düze indiği Yerkesik’te, İbiş İbrahim’in torunu Sarı Sultan’la bir vesile tanışmış, birbirine gönül verdiklerinden çok sık buluşur olmuşlardı.

İbiş İbrahim durumu anlamış, bu işin sonunu pek hayırlı görmediğinden Kör Arap’a haber salmıştı. Birlikte plan yaparak Kerimoğlu Eyüp ile kardeşi Hüseyin’i, kız istemeye davet etmişlerdi.

1901 yılının sakin bir güz akşamıydı. Yerkesiğe kız istemeye gelen efeler, önceden hazırlanan evde konuk edilirken Kör Arap ve adamları da saklandıkları delikten yılan misali sürünerek çıkmış ve evi sarmışlardı.

Kalleş pusuya yatanlar Kerimoğlu’nun uyumasını beklemiş, yatsı namazından sonra sobanın ısıttığı odadaki ot döşekte uyuyan efeyi, “teslim ol” çağrısı yapmadan yaylım ateşine tutarak katletmiş, ağabeyi Hüseyin’i yaralı yakalamışlardı.[3]

Kör Arap ve arkadaşları, sabaha kadar sevinç çığlıkları atarak baskını kutlamış, kimseye teslim etmedikleri naaşı da günün ilk

ışıklarında, köy mezarlığına gömdürmüştü.

Eyüp Efe’nin yavuklusu Sarı Sultan ile anası Hatça Kadın, efenin mezarı başında oturan kadınlarla birlikte ağlaşırken hem ağıtlar yakmış hem de deyişler söylemişti.

Haydaman de haydaman

Kerimoğlu’nun sandalı

Vurulmuş da kanıyor

Kerimoğlu'nun her yanı

Haydülen de haydülen

Eyüp’üm de gitti gayri bulunmaz

Elleme kör olası Arap

Uykularda adam vurulmaz

Ağıt, zamanla Kerimoğlu türküsünün sözlerine kaynaklık etmiş, Koca Aşa adlı bir kadın ve Kemancı Tahir isimli yerel müzisyenler tarafından söylenerek günümüze aktarılmıştır.

1985 yılında Mehmet Ali Eren tarafından derlenen türkünün oyunu ise aynı yıl Muğla Endüstri Meslek Lisesi Zeybek Ekibi tarafından sergilenmiştir.[4]

Oyun, zeybek dansçısının kollarını iki yana açıp ağır ve gösterişli adımlamasıyla başlar. Bu figür, efenin cesaretini yansıtır. Davulun sesi, top mermisi gibi patlarken yere diz vurulur. Bu hareket ise efenin vuruluşunu sembolize eder.

Dansçı, yavaş yavaş ayağa kalkarken kollarını bir kez daha iki yana açar ve efenin göğsündeki kurşun yarasını işaret eder.

Koreografi, sık sık tekrar eden eğilme, dönme ve adımlamayla sonlanır.

Kerimoğlu zeybeği, diğer zeybek türleri gibi tek oynanır. Yöre geleneğinde, oyuncu oynarken başka birisinin oyuna katılması, büyük saygısızlık ve karşısındaki kişiye yapılabilecek hakaret kabul edilir.

Türkünün sözleri ise yörük kadınların gözyaşında ölüm, zorbanın zulmüne umut, zalime ise acımasız bedduadır.

Bunun içindir ki türkünün eğlence ve kutlama günlerinde söylenerek oyuna katılması uygun düşmez. Söylenecek olursa da

Kerimoğlu Eyüp’ün yad edilmesi gerekir.

***

Kaynakça:

(i) H. İlker Altınsoy, Kerimoğlu, Kitap, Güncel Yayıncılık, 2008.

(ii) İÇTFG. Derneği Yayını, Zeybekler, Dergi, 2014, Erişim Tarihi: 02,01.2023, (https://www.istanbulcagdas.com).


Dipnotlar:

[1] Yeşilyurt köyü, 1928 yılına ait Türkçe kayıtlarda Pisi olarak geçmektedir.

[2] Osmanlı tütüncülüğü, “reji” denilen yabancı tekelin elindeydi ve tütünün reji dışında satılması yasaktı. Reji, tütünü satın alır, fakat parasını istediği zaman istediği miktarda öderdi. Bu yüzden halk, tütününü rejiye vermek yerine, kaçakçılığı tercih etmiş, bu nedenle halk ve kolluk kuvvetleri arasında büyük çatışmalar çıkmıştı.

[3] Kerimoğlu Eyüp’ün vurulduğu Yerkesik’teki ev, 2008 yılında Menteşe Belediyesi tarafından restore edilerek müzeye dönüştürülmüştür.

[4] https://tr.wikipedia.org