II. Dünya Savaşı sonrası Bretton Woods adlı Finans sistem, Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde kurulur. 1970’lerin başlarında bu sistem çöker. Bu sistemde Amerikan doları altına, diğer paralar ise dolara endekslenir. Sabit kur sistemi uygulanır. Sovyet Rusya’ya karşı (SSCB) baskı oluşturmak amacıyla uzun süre petrol fiyatları sabit tutulmaya çalışılır. 1970’lerde patlayan Dünya Petrol Krizi ile petrolün varil başına fiyatı 3 yılda sekiz kat artar. Türkiye, bir enerji ithalatçısı olarak bu durumdan oldukça fazla etkilenir.

Türkiye 1960’lar boyunca yurtdışına işçi gönderir. Yurtdışına ilk giden kuşak, ülkeye geri dönme umuduyla gider. Onun için yabancı ülkelerde kazandıkları paralarla onlar Türkiye’de arsa, ev, tarla alırlar. O yıllarda turizm de başlamıştır. Bu iki kalemden sağlanan döviz girdisi Türkiye’nin dış ticaret açığının kapatılmasında oldukça işe yaramaktadır. Artan enerji maliyetleri piyasadaki döviz talebini artırmıştır. Döviz değer kazanmıştır. Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi sonucu Türkiye’ye uygulanan ambargo durumu daha da sıkıntıya sokar. İşçi ve turizm gelirleri ülkenin döviz ihtiyacını karşılayamaz hale gelir. Üstelik Türkiye’ye giren işçi dövizlerinde azalma yaşanır. Yunanistan’ın turizmde öne çıkmaya başlaması Türk turizmi için problem olur. Amerika gibi ülkelerin haşhaş üretmesi, alternatif pamuk üreticilerinin ortaya çıkışı Türkiye’nin bu alanda da döviz gelirlerini azaltır. Delik büyür yama küçülür. Türk insanı yüksek ve kronik enflasyonla yüzleşir. Hidroelektrik santrallerden yeteri kadar sağlanamayan ülkede elektrik petrolle elektrik üreten santrallerle sağlanmaya çalışılır. Petrol tedarikinde yaşanan sıkıntılara bu santrallerdeki sorunlar Türkiye’de uzun ve sık elektrik kesintilerine neden olur. O zaman kimi apartmanlarda fueloille çalışan merkezi kaloriferler vardır. Bu gıcır gıcır kazanlar sökülür. Yerine sıfır kömürlü kazanlar konur. Fueloil kazanlarına ödenen paralar çöpe gider. Ege Bölgesi’nde ise zeytin posası(çekirdek-pirine) ile çalışan kalorifer kazanları gündeme alınır. 2002’den sonra iyimser bir hava eser. Mazotla çalışan kat kaloriferleri çıkar. Kimi apartmanlarda kömür veya zeytin çekirdeği ile çalışan gıcır gıcır kazanlar yine sökülür. Hurdaya satılır. Sonra mazot fiyatları yükselemeye başlar. Belli bir süre sonra yine merkezi kalorifer sistemine veya sobaya dönülür. Sonra bir doğalgaz furyası estirilir. Pek çok kimse kombi taktırır. Kombi ortak değildir. Tüm apartman enerji giderlerini ortak karşılamamaktadır. Kulağa hoş gelir. Doğalgaz üstelik temiz enerjidir. Doğalgazla beraber sökülen hurdaya satılan merkezi veya kat kaloriferinin sayısını hesaplamak mümkün değildir. Şimdi doğalgaz fiyatları çok arttı. Üstelik para ödesen dahi üretici ülkeler doğalgaz vermekten imtina etmektedir. Sonuçta sanayide üretimde sıkıntılar ortaya çıkar. Bu filmi sanki 1970’lerde görmüş gibiyiz. Taşıma su ile değirmen dönmez. 1970’lerin sonunda ABD Başkanı Jimmy Carter, Beyaz Saray’ın enerji ihtiyacını Beyaz Saray’ın çatısına koydurduğu güneş panelleriyle karşılamaya kalkınca bunun sembolik anlamının nereye varacağını bilen petrol şirketleri bir sonraki seçimde eski Hollywood yıldızı Ronald Reagan’ın başkan seçilmesine katkı sağlarlar. Şimdi 1970’lerde bir Amerikan Başkanının yapmaya çalıştığını 2020’lerde biz niye etkili bir biçimde yapamıyoruz? Taşıma enerji ile bu iş olmuyor. Güneş, rüzgâr, su bu ülkenin enerji kaynağıdır. Son söz olarak gıda ve enerji konusunda dışa bağımlılık o ulus adına önemli bir sorundur. İthal doğalgaz vb. enerji giderlerini ülke olarak karşılamak için katma değeri yüksek teknoloji üretmemiz gerektiğini de belirtmek gerekir. Tarımda ise ithalat politikasını bırakmak gerekmektedir. Çünkü bu zorunluluk değildir. Türkiye’nin tarım üretimi için yeterli potansiyeli vardır. Döviz sıkıntısını en aza indirmek enerji politikalarının uygulanmasında Türkiye’nin elini güçlendirir.