ABD’nin güney kesimi tarım diyarıdır. Pamuk, tütün, şeker, pirinç en önemli mahsuldür. Kölelik döneminde üretimde ciddi bir artış yaşanır. Arazi sahipleri çok büyük alanlarda tarım yapar. Onların zenginliği kölelerin emek sömürüsü üzerinden her geçen gün artar. Özgürlük geldiğinde eski köleler kendi topraklarına sahip olacaklarını zanneder. Ama özgürlük başlangıçta bir toprak parçasıyla gelmez. Eski bir asker olan Güney Carolina’dan Prince Rivers şöyle der: “Ten rengi ne olursa olsun, her insan köledir ya da köle olacaktır; en azından köleliği, köle gibi olmayı hissedecektir. Ta ki bir balya pamuğu toplayıp bu balyanın ağzını bu benimdir diye işaretleyene kadar!” Savaştan önce köle sahipleri, kölelerin fiziksel ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Onların karınlarını doyurur; iyi kötü onlara barınma yeri sağlar. Şimdi azledilmiş köleler kendi hesaplarına çalışmak istemekte; herhangi bir kişiye bağlı olmaktan hoşlanmamaktadır. Özgür ve bağımsız olabilmek için onlar ailelerini destekleyebilecek bir toprağa sahip olmalıdır? Onlar, ne şekilde bir arazi sahibi olabilir? Kongre’de Thaddew Stevens tarafından daha önceden bilindik bir fikir olan Birliğe karşı isyan etmiş eski plantasyon sahiplerinin elinden sahip oldukları toprağın alınıp eski kölelere verilmesi önerilir. Yeniden Yapılanma(köleliğin kaldırılması) sürecini inkâr eden kimi Amerikalılar, Kanada’ya sürülerek mal varlıklarına hükümet tarafından el konulur ve onlara mülkleri asla geri verilmez. Stevens, isyancıların topraklarının eski kölelere verilmesi gerektiğini savunur. Onlar, bu arazileri gelecek nesiller için işleyecektir. Hiç kimse daha doğrusunu yapamaz. Bu adaletin gereğidir. Söz konusu toprakların eski kölelere devredilmesi belki köleliğin günah, kabahat ve acılarının silinmesine yardım edebilir. Ayrıca siyahîlere toprak verilmesi onları ekonomik açıdan güçlendirebilir. Ekonomik güç, aynı zamanda siyasi güç anlamındadır. Siyahîler, kendilerine ait araziye sahip olma ümitlerini sürdürür. İki araziyle bu reform hareketleri başladığında ümitler iyice alevlenir. Hükümet, Güney Carolina’nın Deniz Adası bölgesinde vergisini ödemekte güçlük çeken kimselerin arazilerini satmasına izin verir. Bu araziler kırkar dönüme bölünür. Azledilmiş köleler bu parselleri kendileri için ayarlanmış uygun fiyattan satın alır. Böylece eski köleler kendi arazilerine sahip olmaya başlar. Mississippi’de araziler, Eyalet Başkanı Jefferson Davis ve ailesine aittir. Onun kardeşi bu arazilere genel hibe yoluyla sahip olmuştur. Daha sonra bu araziler hükümet tarafından azledilmiş kölelere verilir. Köleler, iyi ürün elde eder ve kendilerine verilen arazilerde siyahîler ne kadar başarılı bir tarım yapabileceklerini ispatlar. Fakat iki yıl sonra hükümet bu arazilere el koyar ve Davis ailesine iade eder. Ne olursa olsun hükümet eski konfederasyon topraklarının siyahîler tarafından alınmasına karşı çıkmaktadır. Hükümetin karşı koyma girişimleri, siyahîlerin ümit ve hayallerini durduramaz. “Kırk Dönüm Bir Katır” sözü kulaktan kulağa yayılan bir darbı-ı mesel haline gelir. Ülkede adalet varsa bu darbı mesel mutlaka gerçeğe dönüşecektir. Thaddeus Stevens defalarca her yetişkin eski köleye kırkar dönüm arazi verilmesi için Kongre’ye çağrıda bulunur. Bunun için gerekli toprağın olduğunu ve uygulamanın hiçbir beyaz küçük çiftçiye zarar vermeyeceğini dile getirir. Karşı tez, ülkenin herhangi bir kimsenin mülküne el konulabileceği fikrine hazır olmadığını ileri sürmektedir. Stevens, toprak reformu adına giriştiği kavgayı kaybeder. Onun planı güney eyaletlerinin yeniden yapılandırılması üzerinedir. Eski köleler topraksız hiçbir zaman tam özgür olamayacaktır. Onlar toprak sahibi olmadan eski sahipleri adına çalışmadan nasıl hayatlarını sürdürebileceklerdir? Stevens, kalbi kırık bir şekilde ölür. 1868’den önce Kongre’nin siyahîlere toprak verme konusunda hiçbir girişimde bulunmayacağı anlaşılır. Siyahîler, büyük çiftliklerde çalışmaya devam eder. Tarımda “ortakçılık ve icar” adında yeni bir sistem başlar. Siyahîler ve pek çok fakir beyaz ortakçı veya kiracı olur. Ortakçılara ürün yetiştirmesi için kullanılmak üzere arazi verilir. Ortakçılarda haliyle para yoktur. Arazi sahipleri onlara tohum, araç gereç ve barınmaları için baraka temin eder. Kiracılar, yetişen ürünler satıldığında arazi sahiplerine borçlarını öder. Kiracılar, yetişen ürünlerden elde edilecek kazancın arazi sahibine ödenmesi gereken borç için yeterli olacağına inanır. Hatta onlar üstüne kendilerine oldukça fazla para kalacağını düşünmektedir. Siyah ve beyaz pek çok ortakçı ve icarcı okuma-yazma bilmez. Bu nedenle ürünün satılmasında arazi sahipleri etkindir. Onlar, ne kadar ürün satıldığını yazar kayıt altına alır. Satış işlemlerinin tamamı gerçekleştirildikten sonra kayıt defteri ortaya çıkartılır ve ne kadar ürün satıldığı her bir ortakçıya ifade edilir. Hesap zamanı geldiğinde ortakçı ve icarcılar, satılan ürünün mal sahiplerine olan borcunu karşılamadığını fark eder. Onlar, borçlarını ödemediği sürece araziyi terk edememektedir. Arazi sahipleri bu sefer gelecek sene fazla ücret ödemeleri koşuluyla daha fazla tohum, araç vb. şeyleri temin eder. Ancak hiçbir zaman ürün borcunu karşılamaz. Borcunu ödemediği sürece de araziyi terk eden ortakçı ya da icarcı hapse atılır. Sonuçta ortakçılık ve icar olayı arazi sahiplerine hizmet eden bir sistemdir. Köleliğin ta kendisidir. Borç, aileleri ve onların yaşamlarını araziye zincirlemektedir. Türkiye’de II. Dünya Savaşı yıllarında bir öküzü olan küçük çiftçi öküzünü hükümete kaptırır ve üretimden uzaklaşır. Savaş sonrasındaysa köylüyü arazi ve öküz edindirme projesi olan toprak kanununa CHP’de bulunan toprak ağaları karşı çıkar. CHP bölünür. Kanun çıksa da her köylüyü bir arazi ve bir öküz edindirme projesi, ABD’deki Kırk Dönüm Bir Katır hikâyesi gibi başarısızlıkla sonuçlanır. Köylü, ortakçı ve icarcı olarak ağaların yanında çalışır. Türkiye, feodalizme boğulur. Ülkede Kemal Sunal filmlerindeki gibi sahneler ortaya çıkar.