İyi yaşam, basit yaşamdır. Nasıl yaşamamız gerektiğine dair felsefi fikirlerin en köklü olanı budur. Sokrates'ten Thoreau'ya, Buda'dan Wendell Berry'e; düşünürler iki bin yılı aşkın süredir bunu söylüyorlar. Ve bugün günümüzde de basit yaşamanın gerekliliğine inanan çok fazla insan var.

İnsanlık tarihinin büyük bölümü boyunca tutumluluk ve basitlik bir seçim değil, bir zorunluluktu. Basit yaşam gerekli olduğu için de aynı zamanda ahlaki bir erdem olarak da kabul edildi. Ancak endüstriyel kapitalizmin ve tüketim toplumunun yükselişiyle birlikte, amansızca büyümeye adanmış bir sistem ortaya çıktı ve gereksinim fazlası birçok şeyi satın almaya sürekli olan teşvik edilen kitle de gün geçtikte büyüdü. Sonuç olarak, bize miras kalan geleneksel değerler ile çağdaş kültürün bize aşıladığı tüketimi yaşayış arasında büyük bir kopukluk oluştu.

Modern zamanlar öncesinde filozofların (düşünür) önerileri ile insanların yaşayış biçimleri arasındaki fark bu denli büyük değildi. Zenginlik güvenlik sağladı fakat bu servet sahipleri için bile zenginlik; savaş, kıtlık, hastalık, adaletsizlik ya da tiranların öfkesi gibi felaketlerden korunmak için yeterli değildi.

Romalı düşünür, devlet adamı Seneca, Roma'nın en zengin adamlarından biriydi ama Nero tarafından ölüme mahkûm edildi.

Endüstriyel tarımın, temsili demokrasinin, sivil hakların, antibiyotiklerin ve aspirinin gelişinden önce, yalnızca çok fazla acı çekmeden uzun bir yaşam sürdürebilmek oldukça iyi kabul edilirdi. Fakat günümüzün gelişmiş toplumlarında insanlar çok daha fazlasını bekliyor ve istiyor.

Basit yaşamın yararlarını yeniden keşfetmeye yönelik, özellikle Y kuşağı arasında artan bir ilgi var gibi görünüyor. Bu ilgi, sanayi ve tüketim toplumu öncesi dünyaya duyulan özlemle birlikte, hem basit yaşamanın tutumluluk, esneklik ve bağımsızlığı beraberinde getirerek sizi daha iyi bir insan yaptığını söyleyen ahlaki gerçekliğe duyulan sempatiyi, hem de sizi doğaya daha yakın

kılıp, sağlığınızı ve iç huzurunuzu beslemeye teşvik ettiği için daha mutlu bir insan olmaya duyulan arzuyu da kapsıyor.

Tüm bunlar akla yatkın düşüncelerdir. Bununla birlikte, bilgelerin bu basit yaşama yönelik öğretilerine saygı duyulmasına karşın, yeterince inandırıcı almadıkları da ortadadır. Milyonlarca insan harcamaya ve satın alma, şans oyunları oynamaya, çok uzun saatler çalışmaya, borç, içinde yüzmeye ve yedi gün 24 saat çabalayıp durmaya devam ediyor. Peki neden?

Buna verilebilecek yanıt, ikiyüzlülüktür. Tutumluluğu takdir ediyor ve alkışlıyor fakat günlük yaşamımızda bu ilkeleri göz ardı ediyoruz. Basit yaşam biçimini ahlaki bütünlüğünün bir işareti olarak görürken, aynı zamanda daha büyük evler, daha lüks arabalar ve diğer lüks mallara olan isteklerin yönlendirdiği ekonomik büyümeyi destekliyoruz.

Ancak sorun yalnızca uygulamamızın sözde inançlarımızla çelişmesi değildir. Sadelik ve lüks, tutumluluk ve savurganlık hakkındaki düşüncemiz temelden tutarsızdır. Savurganlığı ayıplıyoruz fakat yine de geçmişin savurganlık anıtlarını hayranlık uyandıran eserler olarak gösteriyoruz. Gerçek şu ki, “kültür” dediğimiz yapı, savurganlıkla besleniyor.

Öyleyse, söyle denebilir: Basit yaşamak, çoğu insanın bu şekilde yaşamaktan başka seçeneği olmadığında ikna ediciydi. Diğer taraftan, iki faktörün bu durumu etkilediğini söylemek mümkündür:

Ekonomi ve çevrecilik. Son zamanlarda olduğu gibi, bir ekonomik durgunluk baş gösterdiğinde, milyonlarca insan kendini bir anda basit yaşamın yeniden bir zorunluluk haline geldiği ve bununla ilişkili erdemlerin değerinin yeniden keşfedildiği koşullarda bulur.

Varsıllar ile yoksullar arasındaki eşitsizliğin böylesine artması, israf ve savurganlık eleştirilerini de beraberinde getiriyor. Bu kadar çok insan yoksulluk yaşarken, bolluk ve lüksün sergilenmesi hoş olmuyor. Antik Yunan Filozof Epikür’e ve diğer yaşam bilgelerine göre, belirli temel

gereksinimlerin karşılanması koşuluyla kişi mutlu bir şekilde yaşayabilir ki bu görüş modem zamanlarda da onaylanmıştır.

BASİT YAŞAMI ÇEVRECİLİK AÇISINDAN TARTIŞMAK herhalde Sokrates veya Epikür’ün aklına gelmezdi. İki yüzyıllık sanayileşme, nüfus artışı ve aşırı ekonomik etkinlikler; hava kirliliğini, su kaynaklarının ve okyanusların kirlenmesini, zehirli atıkları, erozyonu ve ormansızlaşmayı, bitki ve hayvan türlerinin neslinin tükenmesini ve küresel ısınmayı beraberinde getirdi. Basit yaşam biçimi, bu eğilimleri tersine çevirmek ve gezegenimizin kırılgan ekosistemlerini korumak için umudumuz olabilecek bir yaşam tarzını savunur.

Basit yaşam pek çok insana uzak bir fikir gibi gelebilir. Fakat halen sürdürdüğümüz üretme, alma, harcama ve atma yöntemlerimiz sürdüremez bir hale geldiğinde, o noktada basit yaşam biçimi bizler için bir zorunluluğa dönüşebilir ve bu eşik nokta çok da uzak olmayabilir.