Değerlendirmeler, farklı görüşler olsa da evrene etkileri var mıdır incelenmeli, konuşulmalıdır.

Yaşamımızda önemli bir yeri olan sevginin ne olduğu sorusunu yanıtlayabilmek için önce sevginin ne olduğunu anlamlandırmak gerek.

Sevgi, genel olarak tanımlayacak olursak hoşa giden bir şeye eğilim, tutkuya dek varabilen bir duygu. Fakat karşı cinse duyulan sevgi, çocuğa duyulan sevgi, Tanrı sevgisi, insan sevgisi, hayvan sevgisi, doğa sevgisi, vatan-ulus-bayrak sevgisi gibi türlü biçimleri söz konusu.

Antik Yunan felsefesinde evrende birleştirici etken olarak tanımlanmış. Yaşamın/doğanın temel ögelerinin su, hava, toprak ve ateş olduğunu savunan bir doğa düşünürü (M.Ö. 494 yılında Sicilya’da dünyaya gelmiş) Empedokles, evrenin bu dört ögenin; sevginin birleştirici, nefretin ayrıştırıcı gücünün etkileşimi sonucu var olduğunu ileri sürmüş. Empedokles’in evrenin oluşumuna ilişkin varsayımı bugün farklı görüşler söz konusu olmakla birlikte sevginin birleştiriciliği ile nefretin ayrıştırıcılığına ilişkin değerlendirmeler deneyimlerimizle gerçekliğini korumaktadır.

Nefret! Sevginin yapıcı gücünü egemen kılmak için önce nefretin, yoldan çıkmış olmanın bir sonucu olduğunu kavramak gerekir. Ezik kişilerin ben değil sen kötüsün, sen eziksin, sen yetersizsin inancıyla oluşturdukları, kendilerini yücelttikleri sağlıksız, zararlı bir duygu nefret. Kişisel olduğu kadar toplumsal nitelik de kazanabilen bir ruh hali…

Nefretin ayrıştırıcılığından yararlanan yöneticiler toplumları oluşturdukları ortak nefretle yönetir olmuşlar. Hitler, Yahudilere duyulan nefreti körükleyerek gelmiş iktidara. 1. Dünya Savaşı’nda yenik düşmenin ezikliğinin yaşandığı Almanya’da milliyetçi kibir üzerine oluşturulan ırksal roman nefreti ile çöken Alman ekonomisinden sorumlu tutulan Yahudilere duyulan nefretle sağlanmış Nazizmin yükselişi. Bu ortak nefret eziklikten kurtulmalarına yetmediği gibi 2. Dünya Savaşı’nı başlatıp insanlığı felakete sürükleyen Hitlerin peşine…

Ortak nefretle beslenen insanlar, toplum içinde patlamaya hazırdırlar. Böyle toplumlarda sevginin birleştirici gücü de azalıp yok olur. Bu da gün gelir Tito’nun ölümünden sonra etnik nefretin körüklendiği Yugoslavya gibi ayrışmalara ve bölünmesine neden oldu.

Ülkemizde Atatürk’ün ölümü ve çok partili düzene geçildikten sonra Atatürk düşmanlığı üzerinden sürdürülen laiklik karşıtlığı ile oluşturulan nefret son yıllarda görünür şekilde artmakta. Bu nefret düşmanlığa dönüştürülmeye çalışılmakta. Mutluluk köprüsü “insan sevgisi” taşımalıdır; kin ve nefret duygusuyla yetiştirilen kuşaklar o köprüden geçerek karşıya vardıklarında ortalığı kan deryasına çevirecektir. Ateşe odun atmak gibi bir durum. Bununla birlikte eğer barış istiyorsak savaşa her zaman hazır olmalıyız.

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bu ulusu din ve mezhep, ırk ayrımcılığına yer olmayan eşit vatandaşlık ilkesiyle Atatürk sevgisi ve devrimlerine olan bağlılık birleştirdi. “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” diyen; Atatürk’ün kurduğu ülkemizde din, mezhep ve ırk ayrımcılığıyla körüklenen toplu nefretlerin önünü alabilmek ancak sevginin yakınlaştırıcı ve kaynaştırıcı gücü ile mümkün. Sevmek için de tanımak ve anlamak…