Ümmetten millete geçmek, kulluk yerine birey, vatandaş olmak kolay olmamıştır.

Atatürk’ün Türk Tarih Kurumu’nu kurması, Türk Dil Kurumu’nu kurması, araştırmaları son derece dikkat çekicidir.

Atatürk’e göre Anadolu, en az 7000 yıllık Türk yurduydu!

Padişaha kulluk eden ve kendilerini Osmanlı tebası olarak gören halk Türklüğü aşağılayıcı bir terim olarak görüyordu. Sanki Osmanlı öncesi Türk tarihi yoktu. Dünyada milliyetçilik akımlarının başlamasıyla beraber koca imparatorluk çatırdamaya başlamış ancak hain padişah ve yandaşlarının tek sıkıntıları, kendi düzenlerini koruyabilmekti. Bir olanaksızı gerçekleştirerek ülkeyi düşmanlardan temizlemek bir mucizeydi ancak bu mucizeyi başardıktan sonra yapılan savaşım, halkın bilinçlenmesi, bağımsızlık temellerinin atılması da başlı başına ikinci mucizeydi.

Türk alfabesini kabul ederek 28 Mayıs 1918’de kurulan ilk laik demokrat Türk Devleti olan Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kurucusu Mehmet Emin Resulzade’ye Atatürk’ün gönderdiği mesaj şöyledir;

“Mehemed, Emin Bey, men dünyaya senden üç sene erken göz açmışam. Ancag bütün Türk alemine Türkün iştigal bayrağını sen galdırmışsan ve bayrag enmesin deye, men senin elinden alıp Türkiye üzerinde dalgalandırmışam. Enmez demişsen bu bayrag, enmeyecektir.”

“Azerbaycan’ın elemi, bizim elemimizdir; hoşbahtlığı, bizim hoşbahtlığımızdır.” demiştir, Atatürk’ümüz.

Lozan Antlaşması’nın mürekkebi kurumadan, ülkede hâlâ dumanlar tüterken, Atatürk’ün Almanya ve İtalya’yı işaret ederek bir ikinci dünya savaşı çıkacağı olasılığını gözardı etmeyin diyerek kabineyi uyarması bir kehanet değil, onun zekâsının parıltılarıdır. Türk dünyası hakkında söyledikleri de…

Cumhuriyet’in 10. Yılı olan 1933’te bir söyleşi sırasında şöyle der;

“Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Fakat o da tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi dağılabilir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla elinde sımsıkı tuttuğu uluslar avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Uluslar buna nasıl hazırlanır? Manevi köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür, inanç bir köprüdür, tarih bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gereklidir.”

Mustafa Kemal Atatürk, 1933 yılında Mısır Büyükelçisi’ne, Çankaya sırtlarından doğmakta olan güneşi göstererek öngörüsünü tekrarlamıştır:

“Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün doğu uluslarının da uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne daha çok kardeş ulus vardır. Onların yeniden doğuşları, kuşkusuz ki ilerlemeye ve gönence yönelmiş olarak gerçekleşecektir. Bu uluslar, bütün güçlüklere ve engellere karşın, bunları yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini, uluslar arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı olacaktır.