Günümüzün gençleri inanmakta zorlanabilirler ama çocukluğumda yırtılan, sökülen çoraplar bile yamanır ya da yırtılan yerleri dikilirdi. Her evde yumurta boyutunda ahşap toplar vardı. O topları yırtılan çorapların içine sokarak dikme işlemi yapılırdı. Bugün ucuza satılan ten rengi naylon çoraplar o zamanlar çok değerliydi. İpliği kaçan çoraplar atılmaz, kaçan yeri 'tel kaçtı' denilerek bu işin ustalarına götürülerek onartılırdı. Onarmanın mümkün olmadığı durumlarda ise şeffaf ojelerle ya da yapıştırıcılarla çorabın kaçan yeri sabitlenirdi.

Rahmetli annem, zaman zaman bizi Sümerbank'a götürüp, uygun fiyatta çamaşır ya da elbiselik kumaş alırdı. Raflarda sergilenen yerli malı rengârenk elbiselik, döşemelik, perdelik kumaşları gördüğümde inanılmaz derecede mutlu olurdum. Bizim zamanımızda Sümerbank'a “Yerli Malları” denirdi. Evde, okulda “Yerli Malı” kullanmanın önemi konuşulurdu. Öğretmenimiz “Yerli Malı Haftasını kutlarken “Yerli malı yurdun malı, her Türk onu kullanmalı” sözünü yazı tahtasına yazar açıklamalar yapardı. Benim öğretmenlik yaptığım yıllarda “Tutum, Artırma ve Yerli Mallar Haftası” olarak kutlanırdı. Sınıfta öğrencilerimle, bir derste evlerinden getirdikleri yerli ürünlerden sofra kurardık. Birbirine ikram ederler, paylaşmayı öğrenirler ve çok mutlu olurlardı.

İnsanlar tutumlu olmayı, ellerindekiyle idare etmeyi ve yerli malı kullanmayı bir aile terbiyesi olarak görürlerdi. Tutumluluk, mal kıymeti bilmek çok önemli bir erdem olarak kabul edilirdi. Yalnızca eskiyen elbise ve ayakkabılar değil, hemen hiçbir şey atılmaz, tekrar kullanmak için kenarda bekletilirdi. O yıllarda henüz pet şişeler ve naylon ambalajlar üretilmemişti. Bu nedenle cam şişeler son derce değerliydi. Zeytinyağı şişeleri bile boşaldıktan sonra atılmaz, temizlenip tekrar kullanılmak için bekletilirdi. Annem eskimiş perdelerden alışveriş torbaları dikmişti. Çarşıya, pazara onlarla giderdi.

O günlerde tekstil sanayimiz şimdiki gibi gelişmiş değildi. Piyasada kısıtlı sayıda ürün bulunurdu. Evlerde kullanılan çarşaflar ve nevresimler de eskiyip yırtıldığında uygun renklerde yamanır ya da dikilirdi. Kimse bunu ayıplamazdı. Önemli olan temizlikti. Hazır giyim ve ayakkabı üretimi yetersiz olduğu için palto, manto, kaban, çizme ve bot gibi giyim eşyaları çok ama çok değerliydi. İyice eskiyip kullanamayacak hale gelene kadar atılmazlar sandıklarda, dolaplarda özenle saklanırdı. Annelerin ördüğü kazaklarsa yaz geldiğinde güveler yemesin diye naftalinlenerek gardıroba kaldırılırdı. Ailedeki büyüklerin artık kullanmadığı palto ve manto gibi giysileri onlardan sonra küçük kardeşler giyerdi.

Aynı şekilde kırtasiye malzemeleri de çok değerliydi, o sıralar. Çünkü çok az üretiliyordu. Kalemim küçüldüğünde, babamın ağaç dalını oyarak yaptığı aracın içine kalemi koyarak boyunu uzatmış olur, kalem bitene kadar yazardım. Elinde kullanılmış kırtasiye malzemesi olan bunları asla atmaz, günün birinde kardeşinin ya da bir akrabasının kullanması için bir kenarda bekletirdi. Yarıya kadar kullanılmış kalemler, silgiler, sulu boyalar, kalem kutuları gelecek ders yılında kullanılırdı. Bu durum, 70'li yıllara kadar böyle sürdü.

Sonraki yıllarda tekstil, hazır giyim, dericilik, plastik ve kırtasiye sanayinin gelişmesiyle bir rahatlama başladı. Bugün yamalı pantolon giyen bir memur tuhaf karşılanabilir ya da başkasının eski ayakkabılarını kullanmak şaşırtıcı gelebilir. Oysa bir zamanlar yalnız ülkemizde değil, Avrupa'da bile böyleydi. Büyüklerinizden şeker çuvallarının ile elbiselik kumaş olarak saklandığı günleri dinlemişsinizdir.

Bu yazıyı, sevgili gençlerimizin bu günlere gelmek için eski kuşakların neler yaşadığını, ne tür sıkıntılar ve yokluklar çektiklerini bilmeleri için yazdım. Bugün bir gencimiz çekmesinde ya da dolabında çok sayıda tişört, gömlek, pantolon, ayakkabı ve iç çamaşırı bulunuyor. Bizler, bu saydıklarımın yenisini alabilmek için elimizdekileri hiç giyilemeyecek hale gelene kadar kullanmak zorundaydık. Zaman zaman sizlere eski günleri anlatan büyüklerinizin bunları gerçekten yaşadığına inanmayabilirsiniz. Oysa hepsi gerçektir, birebir yaşanmıştır bu yokluklar.

Sonuç olarak, yaşanan günün, sahip olunanın değerini bilmek gerekir. Böyle yaparsak yaşamımız ve elde ettiklerimiz gözümüzde daha büyük bir değer kazanacaktır.

BİZ ÇOCUKKEN,

YOLLAR BOZUKTU,

MUSLUKLAR BOZUKTU,

ZİLLER BOZUKTU,

PARALAR BOZUKTU,

AMA…

İNSANLAR SAĞLAMDI…