“Milli egemenlik öyle bir nurdur ki,

Onun karşısında zincirler erir,

Taç ve tahtlar batar, mahvolur.

Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş

Müesseseler her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar.”

M. Kemal Atatürk


Kurulduğu 1299 – 1453’e geçen ilk 150 yılı boyunca uyruklarını hak ve ödevlerde eşitlik sağlayarak yönetmiş; orduda Hristiyan uyruklarına da Müslümanlarla birlikte askerlik yaptırmış olan Osmanlı Devleti, 1453'te İstanbul’un alınmasından sonra, Hristiyan, Musevi, vs. uyruklarını Patrik, Haham, vb. dinsel başkanlarının yönetiminde " Millet Düzeni" adı verilen bir tür özerk toplumlar biçiminde örgütlemişti. Bu düzende Hristiyanlar "cizye" vergisi ödeyerek askerlik yapmayacaklar; yedi yıl ve kimi dönemlerde daha uzun süren askerlik, daha çok Müslüman Türklerin görevi olup çıkacaktı. Öyle ki bu durum, süreç içerisinde Osmanlı Devleti'nin Müslüman Türk uyruklarının genç ve üretken nüfusunun, evlenip çoğalmak ve işini geliştirmek yerine, üretimden koparak orduda, savaş alanlarında erimesine, azalmasına; eğitim, sanat zanaat, tarım, ticaret vb. uygarlık alanlarında gerilemelerine yoksullaşmalarına yol açarken; buna karşılık gayrimüslim Osmanlı uyruklarının genç ve üretken nüfusunun, yedi yıl askere gitmek yerine evinde, köyünde, kentinde, işinin başında kalmasına; evlenip çoğalmasına; eğitim, sanat, zanaat, ticaret, tarım, vs. uygarlık alanlarında ilerlemelerine; varsıllasıp güçlenmelerine yol açacaktı.

1839 TANZİMAT FERMANI VE 1856 ISLAHAT FERMANI, işte bu eşitsizliği, adaletsizliği gidermek üzere, gayrimüslimlerin de Müslümanlar gibi askerlik yapmasını buyuruyor; uyrukların hak ve ödevlerde eşitliğini sağlamayı amaçlıyordu. Gelgelelim Hristiyan uyruklar, askere gitmemek için her yola başvuracak, bunun üzerine devlet, küçük bir bedel ödemeleri karşılığında Hristiyanları askerlikten bağışık tutacaktı.

Yabancı elçilikler, Tanzimat uygulamasının yol açtığı toplumsal değişimleri konsolosları aracılığıyla yerinde inceleyip ülkelerine bildiriyordu.

Bu raporlar, Osmanlı devletinin Müslüman-Türk uyruklarının nasıl ezildiğini, Hristiyan uyrukların nasıl geliştiğini açıkça ortaya koyacaktı.

İngiltere’nin İzmir Konsolosu Charles Blunt, Büyükelçi Sir Henry Bulwer'e gönderdiği 28 Temmuz 1860 günlü raporda:

"Bölgenin genel durumu gün geçtikçe iyileşmekte... Ancak bu iyileşmeden yararlananlar Türkler değil, onları soyup soğana çeviren Hristiyanlar. Gülhane Hattı Şerifinin (3 Kasım 1839) öngördüğü reformlarla beraber Hristiyanlar tarımla ilgilenmeye başladı ve yeni gelenlerle birlikte sayıları her geçen gün daha da arttı. Askerden dönen Türkler köylerini, kentlerini tanıyamayacak kadar değişmiş buldular. Her yerde Türklerin yerini Hristiyanlar alıyordu.

Eskiden olduğu gibi tarlalarını işlemek isteyen Türkler, anında Hristiyan bir tefecinin pençesine düşüyor ve eninde sonunda toprağını satmak zorunda bırakılıyor. Talihlerini başka yerde denemek isteyenlerin toprakları ise gene Ermeniler, Rumlar veya Frenkler tarafından yok pahasına satın alınıyor. Bu yolla toprak sahibi olan yabancılar arasında, içerlerde büyük çiftlikler satın almış yedi İngiliz vatandaşı daha var. İzmir yakınlarındaki bütün topraklar yabancıların eline geçtiği gibi daha uzaklardaki köylerde de Türkler topraklarını yabancılara satıyorlar” diyordu.

1830-1860 yılları arasında İzmir’in Türk nüfusu 80 binden 41 bine düşmüş, buna karşılık aynı 30 yıllık dönemde kentin Rum nüfusu 20 binden 75 bine yükselmişti..

İngiltere’nin Trabzon Konsolosu William Gifford Palgrave 1868' de Londra'ya gönderdiği raporda:

"Bugünkü (1868) durumda muvazzaf olsun, ihtiyat olsun bütün askerlik yükü yalnız ve yalnız Müslüman halkın omuzlarındadır. Gerçi Hristiyanlar (askere gitmemek için) hazineye küçük ve önemsiz bir bedel ödemektedirler. Ama bu, onların askere gitmemekle elde ettikleri yararlara oranla bir hiçtir. Askerlik bedeli adamakıllı yüklü olsaydı bile, yine de Müslüman uyrukların zavallı omuzlarındaki kocaman yükün altında düştüğü yoksulluğu hiçbir zaman dengeleyemez. Şurası iyice bilinmeli ki, Müslüman nüfusun Hristiyanlara oranla hızla azalmasının gerçek nedeni budur. Bu apaçık adaletsizliktir.”