Ümmetçi bir yaşam tarzından ulusalcı bir anlayışa geçmek, padişaha kulluk eden bir toplumdan çağdaş vatandaşlık bilinci yaratmak kolay olmamıştır. Hemen her hareketinin arkasında bir plan, bir hesap olan, her zaman bir kaç atılım sonrasını düşünen Mustafa Kemal Atatürk ilk eğitim kurultayını toplayarak “Cehaletle mücadele düşmanla mücadeleden daha az önemli değildir” derken henüz Sakarya Meydan Savaşı yapılmamıştı.
Türklerin tarihini inceleyip tarih bilincini nasıl aşılayacağını düşünürken, Sümer ve Eti müzesi fikirleri üzerinde yoğunlaşmış, bunun üzerine bugün kendine özgü koleksiyonları ile dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni kurduğunda Yunan ordusunun top sesleri Polatlı’dan duyulmakta, Kurtuluş Savaşı olanca hızıyla devam etmekteydi.
Lozan’da Türkiye Büyük Millet Meclisi Temsilcileri karşılarında İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, Rusya ve Yugoslavya ile mücadele ediyorlardı. Genç Cumhuriyet hastalıklarla boğuşuyordu. Beslenme ve temizlik en önemli sorunlardı.
Genç Cumhuriyet bu koşullar altında önüne hedefler koyup sağlam bir şekilde ilerlerken bir İngiliz gazeteci Atatürk’e sorar:
“Birleşmiş Milletlere üye olmayı düşünüyor musunuz?”
Mustafa Kemal cevap verir:
“Şartlarımızı koyarız. Kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için. Eğer davet gelirse düşünürüz.”
Sıkı durun ve keyifle okuyun. O güne kadar Birleşmiş Milletler tarihinde bir ilk yaşanır. Toplantı üzerine toplantılar yapılır ve Birleşmiş Milletler tarihinde bir ilke imza atarak başvuru yapmamış olan Türkiye Cumhuriyeti’ni üyelik için davet etmeye karar verir. Bu yüzden de yasasını değiştirir, ilk kez başvuru yapmamış bir ülke Birleşmiş Milletler’e davet edilir.
“Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini eğer kitaplara vermeseydim bugün yapabildiğim işlerin hiçbirini yapamazdım” diyor Atatürk’ümüz. İşte bu yüzden de 35 yaşında General, 40 yaşında Başkomutan, 42 yaşında Cumhurbaşkanı olmuştu. Halkıyla iç içe olan, halkı için yaşayan biriydi.
ÖNCE VATAN
Yoktan var edilen Cumhuriyet ve enkaz halindeki ülke yine yokluklara rağmen baştan inşa ediliyordu. Sanat, kültür, sağlık, eğitim, tarım, sanayi, ticaret, ekonomi, spor, ulaşım gibi aklınıza gelebilecek her konuda çalışmalar yapılmaya başlanmıştı. Cumhuriyet’in özellikle ilk 10 yılında ulaşılan başarılar ve mucizevi yükseliş hala inanılması zor bir masal gibidir.
Yurt dışına eğitim için gönderilen çocuklar, konservatuar, opera ve tiyatro çalışmaları, radyo, ilk kurulan fabrikalar, yapılan yollar, köprüler, okullar, hastaneler, çiftlik ve kooperatifler, dış ilişkiler, bankacılık ve henüz bugün bile geçilemeyen büyüme hızı ile “demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” dediğimiz demiryolları hayallerin gerçeğe dönüşmesidir.
Bölgemizde çok zengin ulusal kaynakları bulunan Müslüman ülkelerle Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kıyasladığımızda aradaki belirgin farkı görebiliyorsak bunu en başta Mustafa Kemal Atatürk ve “Önce Vatan” diyen o kuşaklara borçluyuz.
Sosyal medya dışında toplanabiliyor muyuz?, emanete sahip çıkabiliyor muyuz?
Hiçbir şeyi yokken her şeyi yapmış.
Her şeyimiz var hiçbir şey yapmıyoruz.